Akrebin Doğası
Vicdan,
en üst düzeydeki yargılama yetisidir. Beşeri bütün yargı sistemlerinin ön
koşuludur, üzerindedir ve insanı insan yapan nihai karar merciidir. Vicdan
bitmeden insanlık özü tükenmez. Bir başka ifadeyle insan olmanın başladığı yer,
vicdanın yeşerdiği; yok olduğu yer ise vicdanın tükendiği yerdir. Bu böyledir,
böyleydi ve böyle olacak. İnsan çabalarının meyveye döndüğü, insanın yüzünü
kültür ve medeniyete çevirdiği noktada durur vicdan. İnsanı hayvandan ayıran
çizgiyi hep akıl olarak düşünürüz. Oysa bu çizgi vicdan çizgisidir. Bilakis
aklın en parlak anlarında bile vicdan yoksa orada hayvani kımıltının bizatihi
kendisi, hem de en hoyrat biçimde kendini gösterir ve onu, insanı hayvandan
bile aşağı derekelere sürükler. Dünyanın başına bela olan şey, bu sebepten,
akılsızlık değil vicdansızlıktır. Bu, aynı zamanda devirlere de çağlara da
karakteristik özelliğini veren rengin ta kendisidir. Vicdan parladıkça
devirlerin ışığı yanar, soluklaştıkça devirlerin ışığı söner. Vicdansız bir
birey kendisinden en korkulacak bireydir. Vicdansız bir toplum, kendisinden en
kaçılası toplumdur. Vicdansız bir çağ en merhametsiz, en hayvani, en nobran
işlerin altına imza atar ve galiba, içinden geçtiğimiz süreç, muhatap olduğumuz
insan tipi, mensubu olduğumuz çağ tam da böylesi...
Yargılama
gücümüzü yitirdiğimizde taşlaşırız. Yargılama gücümüz zayıfladığında otlaşırız.
Yargılama gücümüzü yanlış yönlendirdiğimizde hayvanlaşırız. Yargılama gücümüzü
kötülüğün emrine verdiğimizde artık hayvandan bile aşağı derekelere düşeriz. Ve
galiba biz onu yaptık. Artık, bu vakitten sonra, İsrail’in Filistin’de yaptığı
katliamın adı bir cehalet değildir, bir akıl yitimi, bir şuursuzluk hali
değildir, en hafifiyle bir hayvani içgüdüdür ama ötesi de var. Ötesi, daha
ötesi, aklın şeytanın emrine girdiği, kötülüğün misyonerliğini üstlendiği,
insanlık dışı bir şuurdan nemalanan ve insanlık karşıtı bir eyleyişe tabi,
dolayısıyla sonuna kadar akılcı ama bir o kadar da ahlak dışı ve canavarcadır.
Burası, tam da burası kötülüğün vicdansızlıkla buluştuğu, dolayısıyla iyiliğe
karşı en azılı ittifakın gerçekleştiği yerdir. Kötüler kötülüklerini sonuna
kadar yapıyor ve kendine yakıştığı gibi davranıyor. Bir yılandan tebessüm
etmesini bekleyemezsiniz. Bir akrepten zehir yerine şifa bekleyemezsiniz.
Karanlıktan ışık çıkmaz. Kötülükten nur umulmaz. Dolayısıyla burada, bu çağın
mensubu insanların oturup İsrail’den medet umması, Amerika Birleşik
Devletleri’nin veya İngiltere’nin dünyaya adalet dağıtmasını umması
safdillikten, alıklıktan öte bir anlam taşımaz. Bunu söylemeye bile gerek
yoktur. Tuhaf olan sadece şu: Peki biz ne yapıyoruz? Dünyanın yılanlar, çıyanlar
ve akreplere terk edilmesine çünkü sadece ceylanlar, koyunlar, kuzular seyirci
kalmıyor. Gezegenin arslanları da oturmuş gözlerini belerterek boş bir levhayı
seyreder gibi kımıltısız duruyor.
Vicdanımızı
parlatmak için geldik, onun için yaşıyoruz. Bize bir yargı gücü verildi. Onunla
iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan, sağlamı çürükten ayırma
yetisi oluşturmamız gerekiyor. Faydalıyı zararlıdan elbette. Ve bütün bunları,
bu ayırt etme mekanizmalarını türümüzün selameti için yapmamız gerekiyor. En
sıradan insandan tutun da zihni en gelişmiş olana kadar bu dünyada kapladığımız
hacim ve sahip olduğumuz işlev sadece vicdanlı biri olmaktan geçiyor. Bunun
için buradayız, bunun için yaşıyoruz. Bunun için uyanıyor, bunun için hareket
ediyor, bunun için nefes alıp veriyoruz. Vicdan yoksa insan da yok insanlık da
yok. Yılanlara meydan okumayanların “insanım demeye” hakkı yoktur. Akreplerle
savaşmayanların, onlar tarafından sokulduklarında acılarından şikayet etmeye
hakları yoktur. Dünyayı yılanlar yönettiğinde kabalık ve çirkinlik kaçınılmaz
olur. Mahalleyi akrepler bastığında hiç kimse, uykusunda bile rahat değildir,
yorgunluk kaçınılmaz olur. Ortadoğu’yu yılanlar ve akrepler işgal etti. Artık
Ortadoğu yorgundur, uykusuzdur, bitap düşmüştür. Bazıları evlerinin güvenli,
kapılarının kilitli, pencerelerinin korunaklı olduğunu söylüyor. Ama değil,
oraya da gelecek, oradan da aşağı sarkacak, oradakileri de sokacaklar. Hem de
fena sokacaklar. Akrebin doğasını biliyoruz. Son zehrini kendine saklar. Öncesinde,
rastladığı ne varsa zehir şırınga eder. Ve şimdi, işte şimdi sorma vaktidir: Ey
mahallesini, sokaklarını, caddelerini yılanların, akreplerin işgal ettiği
insanlar vicdanınızı neden konforlarınızın arkasına itiyorsunuz. Vicdanınızı
neden yüksek gürültülerinizin, resmi demeçlerinizin gerisinde gizliyorsunuz.
Vicdanınızı neden kendi bedenlerinizle, zevklerinizle sınırlıyor, uzak
beldeleri uzak addediyorsunuz. Vicdanını konforuna kurban verenlerin insan
kalamayacağını bilmiyor musunuz? Kötülük hava gibidir, zehirli gaz gibidir,
akışkandır. Orada, bir saniye sonra buradadır. Vicdan, bulunduğu yerde, daha
ilk rastladığı noktada kötülüğe dur demezse sesi kısılır, artık bir daha hiç
konuşamaz. Vicdanın sesi kısıldı mı artık insan insanlıktan çıkar. Vicdan geri
çekildi mi insanlık onun daha da gerisine çekilir. Siz sadece konuşuyorsunuz
baylarım. Gördüklerinizi vatandaşlarınız da görür diye. Sahip olduklarınıza
zarar gelir diye. Sözüm ona özene bezene kurduğunuz sistemler yıkılır, altında
kalırsınız diye. Vicdan ortaya çıkınca kirli pazarlıklarınız ifşa olur diye.
Oysa vicdanın terk ettiği hangi gezegende ışık varolmaya devam edebilir ki?