İkinci metin: Muhtemelen 10. Hânedâna (M.E. 2134 sonrası) mensûb bir Firavun tarafından oğluna verilen nasîhat… Müslümanlığı hatırlatır şekilde, baba, oğlunu, kötülüklerden uzak durup “sâlih amel” işlemiye teşvîk ediyor ve ona, iyilik yapanın uhrevî mükâfâta nâil olacağını, aksine kötü amellerin ise uhrevî cezâ tevlîd edeceğini öğretiyor:
“Günâhkârları muhâkeme edecek mahkemeye gelince, unutma ki o, vazîfesini îfâ edeceği zamân, sefîllere (günâhkârlara) karşı müsâmahakâr davranmıyacaktır. Teammüden günâh işliyen mücrim, menfûrdur. Geçirdiğin uzun ömrün bir kıymeti olacağını zannetme; zîrâ hâkimlerin için insan ömrü bir sâatlik bir vakit gibidir. İnsan, ölümden sonra yaşamıya devâm eder. Amelleri yanına konmuştur. Bunlar onun hazînesidir. Âhiret hayâtı ebedîdir. O hayâtın endîşesini duymıyanın aklı kıttır. Hâlbuki kötülük yapmadan o hayâta kavuşan, orada bir ilâh gibi yaşıyacak, ebediyetin hâkimlerinden biri olarak iftihârla yürüyecekdir. (Quant au tribunal qui juge les pécheurs, n’oublie pas qu’au moment de remplir sa mission il ne sera pas indulgent lorsqu’il jugera des misérables. Détestable est le coupable d’un péché prémédité. Ne crois pas que les nombreuses années accumulées par toi compteront, car pour tes juges la durée d’une existence ne dépasse pas une heure. L’homme survit après la mort. Ses actions sont déposées à côté de lui: elles constituent son trésor. La vie de l’au-delà est éternelle. Celui qui n’en soucie pas est un pauvre d’esprit. Mais celui qui y parvient sans avoir fait le mal y vivra comme un dieu, marchant fièrement comme un des maîtres de l’éternité.)” (Histoire de l’humanité, mezkûr eser, t. I, p. 596)
Bu mes’elede şu husûsu dahi tebârüz ettirmek, hakkâniyet muktezâsıdır:
Masonların eliyle hazırlanmış 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Beyânnâmesi’nin îlânı, İnsanlık Câmiasının tekâmülünde mühim bir adımdır; -en azından bâzı maddeleri îtibâriyle- uzun müddet nazarî kalmış olması dahi, onu takdîre mâni değildir.
Bu takdîrimiz, dîğer taraftan, şu vâkıaları görmemize mâni olmuyor:
1) Çok şâyân-ı teessüf olan bir husûs, her şeyden evvel, onun müellifi olan câmianın ona ihânet ederek iktidâr hırsıyle, ideolojik fanatizmle, şahsî menfâatlerle birbirine düşmesi, birbirinin kanını dökmesidir. Öyle ki farklı düşünen herkes, “hâin” olmuştu ve “kafası koparılacak hâinler” o kadar fazlaydı ki içlerinden biri “giyotin” denilen bir kafa kesme makinesi îcâd etti! (Anatole France’ın Les Dieux ont soif / Mâbûdlar Susamışlar isimli târihî romanı, ibretle okunmıya değer…) Arkasından da, gûyâ İnsan Hakları Dâvâsı uğrunda başlattıkları harbler ve mayaladıkları ihtilâllerle, darbelerle o Beyânnâmeye imhânete devâm ettiler, devâm ediyorlar…
2) O Beyânnâme, kendilerini, zavallı Afrika, Asya, Amerika insanlarını asırlarca sömürmekden alıkoymadı…
3) O Hakları, kadın cinsine de tanımakta çok gec kaldılar…
4) Yine o Beyânnâme, sermâyedâr ve para babalarının (ki bunların da mühim bir kısmı Siyonist ve Masondu) geniş kitleleri insâfsızca istismâr etmelerine mâni olmadı; geniş kitleler, ancak çok büyük mücâdelelerle, hayât şartlarını düzeltebildiler; mâmâfih, bunu yaparken, sömürge halklarını pek de umursamadılar…
İlh…
Her ne olursa olsun, o Beyânnâmeyi îlân etmekle yetinmeyip ondaki “insânî rûh”u samîmiyetle benimsemiş ve fiilleriyle de ona sâdık kalmış olanlar, hayırla yâdedilmeyi hakkediyorlar…
Şahsen bizim inancımız odur ki, İnsanlığın tamâmının en azından bugünkinden çok daha âdil bir nizâm içinde yaşaması, huzûrlu bir hayâta kavuşması, başka herkesden daha fazla, Sahîh, Kur’ânî, Dirâyetci Müslümanların seferber olmasıyle mümkündür. Lâkin o Müslümanlar nerede? (Yahûdilik-Masonluk Münâsebeti; Milat, 14.9.2024/56) (1997’de kaleme almış olduğumuz metne Ocak 2025’te yaptığımız ilâve burada bitiyor.)
UNESCO tarafından on cild hâlinde hazırlatılmış objektif, bu cihetle fevkalâde şâyân-ı istifâde bir eser: Histoire de l’humanité –Beşeriyet Târihi- (Histoire du développement culturel et scientifique de l’humanité -Beşeriyetin Kültürel ve İlmî İnkişâfının Târihi-), Paris: Éditions Robert Laffont, 1967, tome I -Cild I-: “Préhistoire – Târih Evveli-” ve işbu birinci cildde, Kadîm Mısır’da, günümüzden dört bin sene kadar evvel İnsan Haklarını telkîn eden metinlerin Fransızca tercümelerinin münderic olduğu sayfa -p. 596-…)
***
5. Müşâhede: Asrî Demokrasi, İnsan Hakları Rejimidir
Asrî Demokrasinin, dîğer tâbirle Cumhûrî Nizâmın belki en doğru, şümûllü ve vecîz târifi, onun, “İnsan Hakları Rejimi” olduğudur. Bahis mevzûu “İnsan Hakları” ise, en mühimleri 1948 B. M. İnsan Hakları Cihânşümûl Beyânnâmesi’nde ifâde edilen Temel İnsan Hak ve Hürriyetleridir. Bugün herhangi bir memleketin rejiminin asıl demokratiklik (cumhûrîlik) kıstası, orada hükûmetin, halkın irâdesiyle, ekseriyetin reyiyle işbaşına gelmesi, ekseriyetin rızâsına müstenid olması değil, İnsan Haklarını ne nisbette têmînât altına aldığı ve hayâta geçirdiği husûsudur.
İşte Demokrasi, İnsan Hakları rejimi, hükûmeti olarak ele alındığı zaman, onun, bu hakların târihî kökleri kadar geriye gittiği ve bu bakımdan da bütün İnsanlığın birikim ve tekâmülünün mahsûlü olduğu kolaylıkla anlaşılır. (“Tarihî kökler”, yânî büyük Sümer kültürü, Ur-Nammu Kânûnnâmesi, Hammurabi Kânûnnâmesi, Hitit Kânûnnâmesi, Eski Mısır Ölüler Kitabı, bâzı Firavunların öğütleri, Tevrât’taki “On Emir”, ilh... Bunlar hakkında, meselâ S. N. Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, Müt.: M.İ. Çığ, Ankara: T. Tarih Kurumu Yl., 1990, bilhâssa ss. 42-49; UNESCO’nun hazırlattığı Histoire de l’Humanité, t. I; Prof. Gaetano Mosca, Siyasî Doktrinler Tarihi, Müt.: Samih Tiryakioğlu, İstanbul: Varlık Yl., 1963, ss. 26-27 gibi kaynaklara mürâcaat edilebilir...)
Demokrasi, hem hürriyetci, hem de cem’iyetcidir ve bu iki cephesiyle de İnsan Haklarına dayanır. (Prof. Marcel Prélot 1963: 62-63; Prof. Georges Burdeau, “Démocratie”, Encyclopaedia Universalis; Meydan-Larousse, “Demokrasi” maddesi, v.s...) Binâenaleyh, o, hem ferdî-siyâsî hürriyetlerin têmînât altına alındığı rejimdir, hem de dâimâ daha fazla ictimâî adâlet, ictimâî-iktisadî müsâvât, herkese insanca bir hayât arayışının ifâdesidir. (Bu demekdir ki, Türkiye gibi, gelir dağılımının -nüfûsun en üst gelir seviyesindeki % 20’lik kesiminin Millî Gelirden % 55 oranında pay alacak kadar- skandal derecesinde bozuk olduğu, işsizlik oranının % 12’lere vardığı ve işsizlik sigortasının da, ciddî “İş ve İşçi Bulma Kurumları”nın da bulunmadığı, maârifin bütün bir nüfûsu kuşatamadığı ve olduğu kadarıyle de, -İlmî Zihniyete zıd- iskolastik ve totaliter bir zihniyete istinâd ettiği, kadınların lüzûmlu çalışma şartlarına sâhib olamadığı, bölgeler arası farkların uçurumlaştığı, mafyaların ortalıkta cirid attığı, hattâ Devlet teşkîlâtı içinde paralel hiyerarşiler oluşturduğu, v.s. bir memlekette Demokrasi kuru bir lâftır...) [Bu müşâhedemizin 1997 senesine âid olduğuna dikkat edilmelidir…]
Günümüzün beynelmilel hukûkunda da yer alan İnsan Hakları metinleri, Demokrasinin hürriyetci ve cem’iyetci cephelerini büyük ölçüde dile getirmişlerdir. Hiçbir gerçekten demokratik memleket gösterilemez ki orada, İnsan Hakları, Esâsiyenin ve hukûk sisteminin temeli yapılmamış olsun. (Prof. Yves Madiot, Les Droits de l’Homme -İnsan Hakları-, Paris: Ed. Masson, 1991, 2. édition, p. 48: Alman, Italyan, İspanyol Esâsiyeleri...)
Evet, İnsan Hakları Ahlâkı, Cumhûrî Nizâmın, hukûkun, cem’iyetin belkemiği, can damarı, rûhu mesâbesindedir. Yukarıda da atıfta bulunduğumuz Fransız feylesofu Dr. Denis Collin, İnsan Hakları etrâfındaki felsefî münâkaşaları hülâsa ederken, bu husûsa da temâs ediyor:
“Tabiî hukûk ile Pozitivizm arasındaki kavganın artık İnsan Hakları Beyânnâmesi ile kapandığını düşünmek mümkündür. (On peut considérer que la querelle du droit naturel et du positivisme est close par la Déclaration des droits de l’homme.)
“İnsan Hakları, insanın cihânşümûlcü ve müsâvâtçı mâhiyette bir felsefî tasavvurunu ifâde eder. Bunlar, ayrıca, adâlet umdeleri ile âmme iktidârının amelî bir şekilde teşkîlâtlanması için umûmî kâideler vaz’ederler. (Les droits de l’homme affirment une conception philosophique de l’homme, universaliste et égalitaire. Ils définissent, en outre, des principes de justice et des règles générales pour l’organisation pratique des pouvoirs publics.)
“Filhakîka, İnsan Hakları Beyânnâmesi, herkesin kendi haklarına sâhib çıkabilmesinin temelini teşkîl etmekte, hukûku kuran ve ona meşrûiyet sağlıyan bir hukûkî metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Fransız Esâsiyesi de, hükümrân milletin [Fransız Milletinin] têmînâtı altında olan bir haklar beyânnâmesi ile başlamaktadır. Binâenaleyh, İnsan Hakları, pozitif hukûkun bir parçasıdır. Kezâ, onlar, Esâsî kıymeti hâizdirler ve kânûnların Esâsîlik derecesini ölçmek için nihâî mürâcaat kaynağı mâhiyetindedirler. (La Déclaration des droits de l’homme fonde chacun à faire valoir ses droits. Elle est un texte juridique qui apparaît comme un texte fondant et légitimant le droit. La Constitution française commence par une déclaration des droits que garantit la nation souveraine. Les droits de l’homme font donc partie du droit positif; ils ont valeur constitutionnelle et constituent la référence ultime qui permet d’apprécier la constitutionnalité des lois.)
“Hâsılı, İnsan Hakları Beyânnâmesi, hem tabiî hukûk nazariyesine göre tefsîr edilebilir (nitekim 1789 Beyânnâmesinde: ‘İnsanlar, hür ve haklar bakımından müsâvî doğar ve yaşarlar’ denmiştir), hem de pozitivist noktainazara göre... (La Déclaration des droits de l’homme, par conséquent, est susceptible d’être interprétée aussi bien selon la théorie du droit naturel –‘les hommes naissent et demeurent libres et égaux en droits’- que d’un point de vue positiviste.)” (Denis Collin, Les Grandes notions philosophiques. 3.- La justice, le droit -Büyük Felsefî Mefhûmlar. 3.- Adâlet, Hukûk-, Paris: Éditions du Seuil, 1997, p. 48)
Bu istikâmette, Avrupa Toplulukları Adâlet Dîvânı (ATAD) da, 14 Mayıs 1974 Nold Dâvâsı Karârında, İnsan Haklarının, Topluluk hukûkunun ayrılmaz parçası (partie intégrante) olduğuna hükmetmiştir. (F. Boucher et J. Echkénazi, Le Guide de l’Europe des 12 -12’ler Avrupa’sının Rehberi- , Paris: Éditions Nathan, 1990, p. 29) ATAD karârlarında bunun daha birçok nümûnesi mevcûddur. (Y. Madiot 1991: 99) Bilhâssa 5 Mart 1980 Josette Pécastaing Dâvâsı Kararında, ATAD, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nu Topluluk hukûkunun tamâmlayıcı kaynağı olarak kabûl etmiştir. Ayrıca, Topluluk uzuvları (yânî Parlamento, Komisyon ve Konsey), 5 Nisan 1977’de ortak bir teblîğ neşrederek âzâ Devlet Esâsiyelerinde ve Avrupa Konvansiyonu’nda yer alan Temel Haklara uyulmasına atfettikleri ehemmiyeti vurgulamışlardır. (Y. Madiot 1991: 90) Son olarak 1992 Maastricht Avrupa Birliği Muâhedesi’nde de bir kerre daha İnsan Haklarına atıfta bulunulmuştur. Nitekim Muâhedenin V. Başlığı olan “Ortak Bir Hâriciye ve Emniyet Siyâsetine Dâir Hükümler” kısmında, J.1/2 Maddesinde, bu siyâsetin hedefleri arasında şu esâs da zikredilmiştir: “Demokrasi ve Hukûk Devletinin geliştirilmesi ve kuvvetlendirilmesi ile İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlere riâyet”... (Traité sur l’Union européenne -Avrupa İttihâdı’na Dâir Muâhede-, Luxembourg: Office des Publications officielles des Communautés européennes, 1992, p. 124)
(Dominique et Michèle Frémy, Quid 1977; Tout pour tous, Paris: Éditions Robert Laffont, 1976, 1480 p., p. 440)
Binlerce senelik şuûrlanma ve birikim üzerine, Birleşmiş Milletler Teşkîlâtı tarafından 10 Aralık 1948’de kabûl edilen İnsan Hakları Cihânşümûl Beyânnâmesi (İHCB), İnsanlık Âleminin terakkîsinde pek mühim bir merhaledir.
1984-1985 senelerindeki fikir buhrânımı tâkîben Dirâyetci Müslümanlık telakkîsine yöneldiğim devrede, 29 Haziran 1986’da, Quid 1977 ünvânlı ansiklopedik eserde münderic bulunan İHCB’ni dikkatle mütâlaa edip üzerinde uzun uzun teemmül ettikden sonra, sevincle, sayfanın kenarına: “Tamâmının altına aynen imzâmı atıyorum!” diye yazmıştım. Zîrâ farketmiştim ki İHCB, yüksek bir İnsanlık telakkîsinin ifâdesidir ve o, hem bu telakkî, hem de beyân ettiği İnsan Haklarının tamâmı îtibâriyle Kitâbullâh’ta mündemicdir. Yalnız, Kur’ân-ı Hakîm, kendi üslûbuna muvâfık olarak, onları peş peşe sıralamak yerine, muhtelif Âyetlerde, muhtelif sûretlerde, bâzan vâzıhan, bâzan zımnen beyân etmiştir.
Bu Beyânnâmeyi olduğu gibi kabûl edip kendi hukûk sisteminin temeli yapmıyan ve tatbîkâtlarında da büyük gayret sarfetmiyen bir rejim, Cumhûrî Nizâm veyâ Cumhûriyet değildir…