A 4 eb’âdında, 200 sayfalık, 120 nüsha fotokopi çektirerek değişik siyâsî-dînî temâyüllerdeki şahsıyetlere dağıttığımız Demokratik İslâm çalışmamızın (Ankara, Mart 1998) kapağı… Maâlesef, hatırı sayılır bir fikir teâtîsine zemîn hazırlamadı… Bilâhare, bu kitabdaki bâzı Fasılları, bin aded bastırılıp yüzlerce nüshası bedâva dağıtılan Kur’ânî Milliyet Telakkîsi ve Irkçılık Sapması kitabımıza (Ankara: Kurtuba Yl., Aralık 2015, 16x24 cm, 470 s.) dercettik; onun âkıbeti de aynı oldu!
***
Bu bakımdan, kelimenin iştikâkî mânâsı (“dêmos”: halk; “kratos”: iktidâr), onun ifâde ettiği mefhûmu anlamak için bir ipucu olsa da, ona bağlanıp kalmak çok yanıltıcı olmaktadır.
Bu tesbitimizde yalnız değiliz; “Asrî Demokrasi” mefhûmu üzerinde kafa yoran başka müelliflerde de aynı fikre rastlıyoruz. Meselâ felsefî mefhûmlara medhal mâhiyetinde câlib-i dikkat bir eserin müellifi olan Fransız feylesofu Dr. Denis Collin’de:
“Demokrasinin ‘halk hükûmeti’ şeklindeki iştikâkî târifi kâfî değildir. Zîrâ bu târif bize ‘halk’ın ne olduğunu söylememektedir. Nitekim Atina’nın vatandaşları toplam nüfûsun onda birinden daha azını teşkîl ediyordu. ‘Bir insan başka bir insana değil, ancak kendisinin de kabûl ettiği kânûnlara itâat edebilir’ şeklindeki asrî târif çok daha sarîhtir. Halkın sînesinden çıkan lâlettâyîn her hükûmet demokratik değildir. Demokratik iktidâr, sâdece, keyfî kânûnlar empoze etmiyen iktidârdır. Bu ise kanâat ve muhâkeme hürriyetinin korunması demekdir. (La définiton étymologique de la démocratie comme gouvernement du peuple est insuffisante, puisqu’elle ne dit pas ce qu’est le peuple -les citoyens d’Athènes constituaient moins du dixième de l’ensemble de la population. La définition moderne qui dit qu’un homme ne peut pas obéir à un autre homme mais seulement à des lois qu’il peut se prescrire, est beaucoup plus précise. N’est pas démocratique n’importe quel pouvoir issu du peuple, mais seulement un pouvoir qui n’impose pas des lois arbitraires, ce qui suppose la préservation de la liberté d’opinion et de jugement.)” (Dr. Denis Collin, Les Grandes Notions philosophiques. 2.- La Société, le pouvoir, l’Etat -Büyük Felsefî Mefhûmlar. 2.- Cem’iyet, İktidâr, Devlet-, Paris: Ed. du Seuil, 1997, p. 56)
2. Müşâhede: Asrî Demokrasi, Atina Demokrasisine Dayanmaz; Ama
Ondan da Alınacak Güzel Dersler Vardır
Demek ki Demokrasi, iştikâkının ifâde ettiği şekilde, gâyet basît olarak, halk hâkimiyeti, iktidârı, hükûmeti değildir; her ne kadar iktidârın halka dayanması demokratik (cumhûrî) bir umde ise de, bu hâl, Demokrasinin temeli değil, demokratik felsefenin bir neticesidir. Şöyle ki:
Temelde, dîni ve dili ne olursa olsun, ahlâksız olmamak kayd-ü-şartıyle, herbir insan ferdine sırf insan, yânî akıl ve vicdân sâhibi bir mahlûk olmak haysiyetiyle duyulan hürmet (ki cumhûrî felsefenin özü budur), vatandaş (cem’iyet) ekseriyetinin rızâsıyle iktidâr olma esâsını tevlîd eder. Bu mânâda “Demokrasi = Cumhûriyet veyâ Cumhûrî Rejim / Cumhûrî Nizâm”dır.
İslâm ıstılâhiyâtının bir tâbiri olan “cumhûr”, halk, halkın veyâ bir topluluğun ekseriyeti ve “Cumhûriyet” de halk ekseriyetinin rejimi demekdir. Fransızca “république” veyâ Latince “res publica” dahi halka dayalı hükûmet mânâsına gelir.
Bu îtibârla, Demokrasi veyâ Cumhûriyetin alternatifi olan rejimler, her şeyden evvel, daha temelde, ilk hareket noktalarında insana saygısızlıkla malûldürler. Bunlar, insan haysiyetini hiçe sayarak insanların hâkimiyet hakkını gasbetmişlerdir. Başta Totalitarizm olmak üzere, tek kişinin hükümrânlığına dayanan Monarşi veyâ Mutlakıyet (Krallık, Saltanat, Pâdişâhlık), küçük bir zümrenin (meselâ ihtilâlci bir fırkanın) iktidârı zaptetmesi demek olan Oligarşi, ruhban sınıfının (Kilisenin, Ulemâ ve Meşâyihin, Mollaların, v.s.) metafizik inancları istismâr ederek iktidâra tasallutu demek olan Teokrasi veya Klerikalizm, bu arada her çeşid şahıs veyâ zümre Diktatörlüğü, v.s. hep gâsıb rejimlerdir.
Buna mukâbil, tek başına, Devlet Reîsliğinin irsî olması, yânî bir hânedâna istinâd etmesi vâkıası, o hükûmeti gayr-i cumhûrî yapmaz; çünki verâset yoluyle Devlet Reîsi olmuş şahsın iktidârı, halk irâdesinin tezâhürü bir Esâsiye ile kayıdlanmış olabilir. “Meşrûtiyet” denilen böyle bir rejimde, memleket idâresinde ağırlık, halkın seçtiği hükûmettedir ve Devlet Reîsi de, yine halkın rızâsıyle muayyen bir hânedâna mensûbdur ve meşrûiyetinin kaynağı bu rızâdır.
İşte Aristo’nun tasnîfiyle üç hükûmet şeklinden (Monarşi, Aristokrasi, Demokrasi) biri olarak dîğerleriyle zıdlaştırılan Demokrasi, bu “halkın hükûmeti” mânâsıyle dahi, ilk def’a Kadîm Yunan’da başlamış değildir. Halkın doğrudan iştirâki ve ekseriyetin reyiyle idârî karârların alınması usûlünün Atina’dan çok evvel meselâ Hindistan, Çin gibi memleketlerde uygulandığı bilinmektedir. (C. N. Parkinson, L’Évolution de la pensée politique –Siyâsî Düşüncenin Seyri-, Paris: Idées/nrf, 1964 -1ère éd. en anglais en 1958-, t. 1, pp. 9-13) Hattâ:
“Antropologlar, Demokrasinin birçok ilkel topluluk tarafından uygulandığını ortaya çıkarmışlar, sistemin tarih öncesi çağlardan beri kullanıldığını göstermişlerdir.” (Meydan-Larousse, “Demokrasi” maddesi.)
Üstelik, “Atina Demokrasisi”, iştikâkî târifiyle dahi, Demokrasiden ziyâde bir Oligarşi (veyâ bir Aristokrasi) idi. Zîrâ, yukarıda feylesof Collin’in de dikkat çekdiği gibi, Atina halkının (âzamî 6.000 kişi ile) ancak onda biri, hattâ daha da azı Atina Sitesinin mes’eleleriyle alâkalı karârlara katılma hakkına sâhibdi ve bunlardan da sâdece küçük bir grup fiilen bu hakkını kullanıyordu. Büyük ekseriyeti teşkîl eden 20 yaşından küçük erkekler ile kadınların, meteklerin (Atina’ya yerleşmiş olmakla berâber -anne, baba veya her ikisi îtibâriyle- menşêleri Atinalı olmıyanların), kölelerin tamâmının hiçbir söz hakkı yoktu. İşler daha ziyâde kölelere gördürülüyor, iktidâr sâhibi ekalliyet ise bir tufeylî mevkiinde bulunuyordu:
“Kadîm Demokrasi, bir ekalliyet rejimidir; zîrâ, rejimin demokratik hüviyetine rağmen, ondan sâdece nüfûsun küçük bir bölümü istifâde ediyor, hürriyet ve müsâvât, imtiyâzlı bir ekalliyete inhisâr ediyordu. (La démocratie antique est minoritaire car, alors même que le régime est démocratique, une petite fraction seulement de la population en bénéficie. La liberté et l’égalité ne concernent qu’une minorité de privilégiés.)
“Rejimin hâricinde kalanların birinci zümresi, yabancılardır. Bunlar, ‘metek’ denilen pek kalabalık bir topluluk teşkîl ediyordu, çünki yabancı sayılmak için ebeveynden bir tânesinin yabancı olması kâfîydi. Onları, günümüzdeki rencîde edici mânâyı kazanmamış ‘barbarlardan’ [Yunanlı olmıyanlardan, Arabcadaki mânâsıyle ‘Acemlerden’] ayrı mütâlaa etmek lâzım gelir. Metekler, Yunan şehirlerinde, pazar veyâ limanlarda iktisâdî ve fikrî mühim bir role sâhibdiler. İkinci zümre, kadınlardır. Hür ve Atinalı olsalar dahi… Üçüncü zümre, günümüzde olduğu gibi, reşîd olmıyanlardır. Ve nihâyet, çok mühim bir zümre: köleler… İktisâdî faâliyetlerin ekserîsi ile idârî işlerin bir kısmı onların uhdesindeydi. Hâsılı, Demokrasi, Atina nüfûsunun takrîben onda biri için bahis mevzûu idi. (En premier lieu, en sont exclus les étrangers, très nombreux car, pour être étranger, il peut suffire d’avoir soi-même un seul auteur étranger. On les nomme ‘métèques’, à bien distinguer des ‘barbares’, le terme n’ayant pas pris alors le caractère désobligeant qu’il a aujourd’hui et les métèques jouant un rôle économique et intellectuel important dans les villes grecques, marchés ou ports. En second lieu, sont exclues les femmes, même nationales et libres. En troisième lieu, comme aujourd’hui, les mineurs. Enfin, ce qui est capital, les esclaves, qui assurent la plus grande partie de la vie économique et, dans une certaine mesure aussi, l’administration. Au total la démocratie n’existe qu’au bénéfice d’un dixième environ de la population, selon la proportion établie pour Athènes.)” (Prof. Marcel Prélot, Institutions politiques et droit constitutionnel -Siyâsî Müesseseler ve Esâsiye Hukûku-, Paris: Éditions Dalloz, 1963, 3e éd., p. 51)
Ayrıca, Atina Sitesi, Atina Ligi’ne dâhil dîğer sitelere ve düşmanlarına karşı çok kerre istismârcı, zâlimâne, emperyalist ve sömürgeci bir siyâset tâkîb ediyordu. (C. N. Parkinson 1965: I/ 21-33)
Bu cihetle, M.E. 6 ilâ 4. asırlarda tatbîk edilmiş “Atina Demokrasisi”ni, bugünki telakkîmize nazaran bir Demokrasi, bir Cumhûrî Nizâm olarak kabûl etmemiz mümkün değildir. Larousse Ansiklopedisi’nde de kaydedildiği gibi:
“(Eski Yunan’ın) Demokrasi anlayışı, günümüzdekinden bütünüyle farklıdır.” (Meydan-Larousse, “Demokrasi”maddesi.)
Ama o, yine de, İnsanlığın Demokrasi arayışında bir merhale, târihî bir tecrübe olarak büyük kıymeti hâizdir. Bilhâssa “Atina Demokrasisi”nin (ve bütün Yunan Medeniyetinin) en parlak devri olan Perikles Devri (M.E. 466 - 429) üzerinde dikkatle durulmıya değer. Bu devre hâkim olan takdîre şâyân anlayış, dürüst ve feylesof bir siyâsetci, halk dalkavukluğu yapmadan halkı peşinden sürüklemesini bilen dirâyetli bir lider olan Perikles’in (M.E. 495 - 429) -muâsırı târihçi Tükidides (M.E. 465 - 395) tarafından Peloponez Savaşı Tarihi’nde nakledilen- Peloponez Savaşında ölenler hakkındaki cenâze nutkunda dile gelmiştir. Bu nutuk, Demokrasi rûhundan pek güzel çizgiler taşımaktadır. (Perikles’in Nutkuna şu kitabdan ulaşılabilir: Prof. Dr. Aydın Yalçın, İktisadî Doktrinler ve Sistemler Tarihi, Ankara: Aydoğan Ofset, 1991, ss. 37-38.)
1998’in Mart il̃â Kasım aylarında fotokopi kitabımız Demokratik İslâm’ı ilettiğimiz zâtlar ve ilettiğimiz târihler… (Listedeki bâzı isimlere kitabımızı ulaştıramamıştık.) Kitabın ekinde, muharref Cihâd anlayışının ve İslâm kisveli tedhişçiliğin fıkhî kaynaklarına dâir vesîkalar bulunuyordu.
***
Mevcûd değerlerini sorgulıyarak kendini aşmak
Bir de, Kadîm Yunan, şu büyük demokratik haslete sâhibdi:
“Her çeşid ilerlemenin ilk basamağı olan ve Garb Medeniyetine de damgasını basan bir husûsiyet: Devir devir kendi değerlerini sorgulamak... ([Un caractère] qui a marqué la civilisation occidentale: remettre en question chroniquement, ses propres valeurs, démarche préliminaire à tout progrès.) ” (Monique A. Piettre, La Condition féminine à travers les âges –Çağlar Boyunca Kadınlık Hâli-, Verviers: Éditions Marabout Université, 1976, p. 74)
Filhakîka, bu büyük cumhûrî haslet, bir cem’iyetin (ve ferdin) kendini aşmasının anahtarıdır. Cem’iyet olarak inanclarımızı, değerlerimizi, müesseselerimizi sistemli bir şekilde ve iyi niyetle sorgulamadan, yapılan hatâları ortaya koyup tenkîd etmeden, asırlardır birikmiş mes’elelerimizi hâllederek daha ileri bir cem’iyet merhalesine geçemeyiz. (Hâlbuki bizim Entegristlerimiz, Garb’in durmadan kendini sorgulamasını, otokritik yapmasını, totaliter kafa yapılarının netîcesi olarak, “Garb’in çöküşü” olarak yorumlarlar!)
Bu tavrın hayâtî ehemmiyetini, Marksist Fransız feylesofu Louis Althusser de (totaliter vasatlarda ilim ve felsefenin gelişip serpilemiyeceğinin çok çarpıcı bir örneği olan) Stalin zamânının meşhûr “Lisenko Rezâleti” hakkında –Dominique Lecourt’un têlîfi- çok alâka çekici bir kitaba yazdığı Mukaddime’de vurgulamıştır. (Dominique Lecourt, Lyssenko; histoire réelle d’une “science prolétarienne” –Lisenko: Bir “Proleter İlmi”nin Sahîh Târihi-, Paris: Éditions François Maspero, 1976, 257 p.) Althusser, Mukaddime’sinde, bir taraftan, fikrî-siyâsî bir hareketin hatâlarının örtbas edilmesinin, o hatâların yapılmış olmasından daha tehlikeli, daha vahîm olduğunu, daha büyük bir cürüm teşkîl ettiğini, dîğer taraftan da, hem o hatâlardan kat’î sûrette kurtulabilmek, hem de aynı hatâların tekerrürüne meydan vermemek için onların sebebleriyle berâber açıkça ortaya konmasının ve bu değerlendirmeye göre o hatâlarla bilâfâsıla mücâdele edilmesinin elzem olduğunu îzâh etmektedir.