Allâh-ü Teâl̃â'nın Mü'minleri îkâz ettiği gibi: "Ey Îmân Edenler, kendilerinizden başkasını sırdaş edinmeyin!
Müslümanlığa nîçin bu kadar düşmanlar?
Allâh-ü Teâl̃â’nın Mü’minleri îkâz ettiği gibi: “Ey Îmân
Edenler, kendilerinizden başkasını sırdaş edinmeyin! Çünkü onlar size karşı
hiçbir fenâlıktan çekinmez, size sıkıntı verecek şeyleri arzû ederler.
Hak̆îkat̃, onların buğuzları ağızlarından taşmaktadır. Sînelerinde gizlemekte
oldukları ise daha büyüktür. İşte size, akledesiniz diye, âyetlerimizi beyân
ettik. “Siz o kimselersiniz ki onları seversiniz; hâl̃buki onlar sizi
sevmezler. Siz Kitâbın hepsine îmân edersiniz; onlarsa sizinle karşılaştıkları
zaman ‘îmân ettik’ der, kendileriyle baş başa kaldıkları vak̆it de gayzla
parmaklarını ısırırlar. De ki: ‘- Gayzınızla geberin!’ Muhakkak ki Allâh sînelerde
olanı bilir!
Cemâat̃in her nesli, evvelkilerden bilhassa iki inanc tevârüs
ediyor: Birincisi Kemâl̃perestlik, ikincisi –birincisinin mütemmim cüz’ü
olarak- İsl̃âm düşmanlığı!
Bir buçuk asırdır, ellerindeki muazzam imk̃ânlarla biteviye
İsl̃âma hücûm ediyor, Milletimizin Dînini târümâr etmiye çalışıyorlar!
Allâh-ü Teâl̃â’nın Mü’minleri îkâz ettiği gibi:
“Ey Îmân
Edenler, kendilerinizden başkasını sırdaş edinmeyin! Çünkü onlar size karşı
hiçbir fenâlıktan çekinmez, size sıkıntı verecek şeyleri arzû ederler.
Hak̆îkat̃, onların buğuzları ağızlarından taşmaktadır. Sînelerinde gizlemekte
oldukları ise daha büyüktür. İşte size, akledesiniz diye, âyetlerimizi beyân
ettik.
“Siz o
kimselersiniz ki onları seversiniz; hâl̃buki onlar sizi sevmezler. Siz Kitâbın
hepsine îmân edersiniz; onlarsa sizinle karşılaştıkları zaman ‘îmân ettik’ der,
kendileriyle baş başa kaldıkları vak̆it de gayzla parmaklarını ısırırlar. De
ki: ‘- Gayzınızla geberin!’ Muhakkak ki Allâh sînelerde olanı bilir!
“Şâyed size bir iyilik dokunursa, onları tasaya düşürür; bir
fenâlık gelirse, onunla sevinirler. Eğer sabreder ve takvâ ile davranırsanız,
onların hîleleri size hiçbir sûretle zarâr veremez. Muhakkak ki Allâh, onların
yaptıklarını kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân -3-: 118-120)
[Sabataî Cemâatinin birkaç
güzîdesinden İslâma garezkârâne hücûm eden metinler naklettikden sonra:]
İsl̃âm size ne yaptı da ona bu kadar husûmet besliyorsunuz?
Katolik İspanya’da Engizisyon işkenceleriyle can vermekden
İsl̃âma ilticâ ederek kurtulmadınız mı?
Geldiniz, İsl̃âm topraklarında huzûr, rahat, refâh buldunuz.
Fakat, rahatlık sizi tepti… Hemen fesâda başladınız… Dünyâ
çapında Mesîhî bir Krallık hayâl̃i kurdunuz… Pâdişâhın tahtına göz diktiniz ve
o tahtın Sabatay Sevi’nin hakkı olduğuna inandınız…
Sinsi faâliyetlerle gelişen isyân hareketinizin cezâsı toptan
katledilmek iken, Pâdişâh, bir Müslümanlık zaafı göstererek, îdâmlık
“Mesîh”inize, bâtıl dâvâsından vazgeçip Müslüman olmayı teklîf etti… İkrâh yok,
zorlama yok! “Lâ-ikrâh fî’d-dîn” diye haykıran bir Dîne muhâtabsınız!
Mesîh’iniz dâvâsında sâbit-kadem durmak yerine, Müslümanlık ik̃rârında bulundu
ve kendisine “Mehmed Azîz Efendi” ismi verilerek maaş bağlandı, îtibâr edildi…
Bu ihsâna karşı o ve siz, hepiniz ne yaptınız? Hiçbir cebir
bahis mevzûu değilken, topyek̃ûn İsl̃âmı kabûl̃ ettiğinizi îl̃ân ettiniz… Fakat
sâdece zâhiren! Gizlide sapkın birer Yahûdi kaldınız ve İsl̃âma karşı hadsiz
bir nefret beslediniz, âşik̃ârda ise Müslüman göründünüz, Münâfıklığı dîn
hâline getirdiniz! Bütün dünyâda acabâ sizin gibi bir başka cemâat̃ mevcûd
olmuş mudur? (Elbette ki sizi, Marranolar, Moriskolar gibi mazl̃ûm cemâat̃lerle
bir tutmıya imk̃ân yok!)
Ne büyük nankörlük! Ne büyük denâet!
İsl̃âm size ne kötülük yaptı da ona bu kadar düşman
kesildiniz?
Hiç!
İyiliğe, l̃utfa karşı sönmez bir kînle cevâb verdiniz!
“Mesîh”inizin “On Altı ve On Yedinci Emirleri”, Müslüman Türklere karşı bir
Münâfıklık ve nefret beyânnâmesidir:
“[18 Emrin] on
altıncısı şudur ki Türklerin âdetlerine riâyete îtinâ edilsin; zîrâ bu sûretle
onların gözleri kör edilecekdir! Ve Ramazan orucunu tutmak için sıkıntıya
girmesinler! Kezâ onların şeytan için kesdikleri kurban hakkında da! Gözle
görülen her şey îfâ edilsin!
“On yedincisi şudur ki onlarla
(Müslümanlarla) nik̃âh akdedilmemeli, münâsebette bulunulmamalı, hayâtta veyâ
memâtta kendileriyle hiçbir yakınlık kurulmamalıdır. Zîrâ onlar murdardır,
kadınları sürüngendir ve Kitâb-ı Mukaddes’deki şu Âyet bu mevzû ile
al̃âkalıdır: ‘Bir dört ayaklı ile yatana l̃ânet olsun!’ ” (Sabatay Sevi’nin “On
Sekiz Emr”inden; Prof. Avram Galanti ve Edirne Hahambaşısı Abraham Danon'a
istinâden)
Edirne
Hahambaşısı Abraham Danon’un müşâhede ettiği gibi, bu emirlere uyarak
Münâfıklık denâetini millî seciye hâl̃ine getirdiniz:
“3. Dönmelerin
seciyesi: Başlıca kusûrları, müdhîş bir kendini gizleme kabiliyetine sâhib
olmalarıdır. Öyle ki (biraz aşağıda bahis mevzûu edeceğimiz 18 Emr’in
16’ıncısının bir l̃âzımesi olan) bu kâbiliyet, tabîat̃lerinin bir parçası
hâl̃ine gelmiştir. Hayâtları, nüfûz edilemez bir sır perdesiyle çevrilidir.
Hak̆îk̆î Müslümanlar karşısında nasıl davranacaklarını çok iyi bilirler.
Onların hayât tarzına uymak, dâimâ onların dost halkasında yer almak, alenen
onların bütün mezîyet ve kusûrlarını taklîd etmek, zâhiren dâvâlarına hizmet
etmek, l̃âkin kendi derûnlarında Müslüman vatandaşlarından fersah fersah uzak
olmak… Bu ne büyük bir vicdân esnekliği, bu ne büyük bir irâde kuvvetidir! (3. Caractère. – Leur défaut caractéristique
est ce don puissant de la dissimulation, qui leur est devenu naturel, et qui
est le corollaire inéluctable de la 16e Ordonnance dont il va s’agir
plus loin. Leur vie est entourée d’un mystère impénétrable. Ils savent bien se
surveiller vis-à-vis des vrais musulmans. Vivre de la vie de ces derniers, être
toujours avec eux dans leur intimité, imiter ouvertement leurs qualités et
leurs défauts, servir extérieurement leur cause, et pourtant être dans leur for
intérieur à mille lieues de leurs concitoyens mahométans, quelle élasticité de
conscience! quelle force de volonté!)
“4. Dönmelerle
Türkler arasındaki münâsebetler: Dönmeler ile Türkler arasında, görünüşteki
dostâne, hattâ kardeşçe münâsebetlere rağmen, saklı bir husûmet, insiyâk̆î ve
karşılıklı bir tiksinti mevcûddur. Türkler, hâl̃lerinde sahtelik olduğunu
hissettikleri bu zâhirî Müslümanlardan nefret etmekle berâber, onlarla meşrû
zemînde mücâdele edebilmek için lüzûmlu hiçbir maddî delîle de sâhib
bulunmuyorlar… (4. Relations.- Sous ces
démonstrations amicales et même fraternelles se cache un antagonisme latent
entre Turcs et Deunmeh, une répulsion instinctive et mutuelle. Les derniers
sont cordialement détestés par les premiers, lesquels sont obligés de tolérer
ces tièdes prosélytes qui, sous le point de vue musulman, sentent le fagot,
d’autant plus qu’ils n’ont entre leurs mains aucune preuve matérielle qui
puisse justifier une croisade en règle contre les Deunmeh.)” (Rabbi Abraham
Danon, “Une Secte Judéo-Musulmane en Turquie”, Actes du 11e Congrès International des Orientalistes -1897-,
Paris, 1899, p. 60-61)
Sûiniyet sâhibi
olmıyan, hâince emeller beslemiyen bir ferd veyâ cemâat̃, durup dururken neden
kendini gizler, neden olduğundan başka türlü görünür?
Asırlarca Sabatay Sevi’ye taptınız; 20. asra gelince,
Mâbûdunuzu değiştirdiniz, bu sefer Mustafa Kemâl̃’i Sabatay Sevi yerine
koydunuz!
Kime tapınırsanız tapının! Sizin dîniniz size, bizim Dînimiz
bize!
Şu var ki siz buna da râzı değilsiniz: İll̃â ki bizi de kendi
putunuza taptırmak istiyorsunuz! Bütün düzeni bu esâs üzerine kurdunuz ve bir
asırdır Milletimizi ifsâd edip duruyorsunuz!
Bunun sonu nereye varacak?
Bize zarârı dokunmadıkça dîninize de, cemâat̃inize de
karışmak istemiyoruz ve aynı tavrı sizden de bekliyoruz! Buna mukâbil, siz, bir
buçuk asırdır, Müslümanlığı kasdederek “Dîn terakkîye mânidir!” düstûrunu beyinlere
zerketmiye, biteviye Dînimiz aleyhinde yalan-yanlış neşriyât yapmıya, garezk̃âr
reddiyelerle zihinleri bulandırmıya, Dîn-i Mübînimize hâince saldırmıya devâm
ediyor ve bizi ill̃â ki Kemâl̃perest olmıya zorluyorsunuz!
Bunun sonu nereye varacak?
Şerrinizden Rabb’imize sığınıyoruz:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki
onlar: ‘- Allâh’a ve Âhiret Gününe îmân ettik!’ derler; hâl̃buki onlar mü’min
değildirler.
“Allâh’ı ve Îmân Edenleri aldatmıya
çalışırlar. Farkında değiller ki ancak kendilerini aldatmaktadırlar!
“Onların
kalblerinde maraz vardır. Allâh da onların marazını arttırmıştır. Yalan
söylemeleri sebebiyle onlara elîm bir azâb vardır!
“Onlara: ‘-
Yeryüzünde fesâd çıkarmayın!’ dendiği zamân: ‘- Biz ancak muslihleriz!’ derler.
“Onlar
müfsidlerin tâ kendileridir vel̃âkin bunun farkında değiller!
“Onlara: ‘-
İnsanların îmân ettikleri gibi siz de îmân edin!’ denildiği zamân: ‘- Biz de o
aklıkıtların îmân ettiği gibi mi îmân edelim?’ derler. Asıl aklıkıt olanlar
kendileridir! Vel̃âkin bilmezler!
“Îmân etmiş
olanlara rastladıkları zamân: ‘- Îmân ettik!’ derler. Fakat şeytânlarıyle baş
başa kalınca da: ‘- Biz sizinle berâberiz; onlarla sâdece istihzâ ediyorduk!’
derler.
“Asıl Allâh onlarla istihzâ eder de tuğyân içinde kör gibi
dolaşmalarına mühlet verir.” (Bakare -2-: 8-15) (“Ayasofya Câmii’ne ‘Bizans
Müzesi’ Hakâretinin Sahîh Târihçesi”, Yeni
Söz, 11-14 Mayıs 2023/183-186)
10. Fasıl:
Netîce
Gencliğimizden
beri bütün araştırmalarımıza istikâmet veren başlıca düstûrumuz şu olmuştur:
Dâimâ
Hakîkate tâlib ve tâbi olmak ve Hakîkat uğrunda mücâdele etmek!
Bu endîşe,
bu sâikle her araştırmamızı büyük fedâkârlık ve titizlikle, kılı kırk yararak
yürüttüğümüz, dâimâ Allâh Rızâsını gözettiğimiz hâlde, beşer olmanın îcâbı,
yanılabilir, kasdımız olmaksızın (ki bu, sahtekârlık olurdu) hatâlı tesbît ve
yorumlarda bulunabiliriz.
Binâenaleyh,
işbu araştırmamızın dahi, elbette, hatâdan berî olduğu iddiâsında değiliz.
Mâdemki öyle, müşahhas misâllerle ve mukabil delîl ve vesîkalarla ortaya
konacak her hatâmızdan derhâl rücû etmiye ve okurlarımızdan özür dilemiye
âmâdeyiz! Şu var ki:
Tek tek
tesbîtlerimiz ve onlara mesned olan delîller üzerinde durarak değil de, umûmî
kanâatlerden, benimsenmiş dünyâ görüşlerinden, peşîn hükümlerden, v.s.
istidlâller yaparak, hele ki hiçbir Hakîkat endîşesi taşımadan, sûiniyetle,
nefsânî sâiklerle yöneltilecek tenkîdlere karşı kör ve sağırız!
(Ankara-Bolu,
Nisan-Kasım 2024)
- BİTTİ -