Geçtiğimiz günlerde elime Martı yayınlarından çıkmış “Benim Yolum” adlı bir kitap geçti. Arkasında dünyaya adını duyurmuş Aamir Khan’a ait şu sözler yer alıyordu: “Mezuniyete inanmıyorum. Bir işte gerçekten iyi olmak istiyorsanız, onu öğrenmelisiniz…”
Mezuniyet, köken olarak; “mezun olmak, izin sahibi olmaktan” geliyor ve toplumda “diploma” ile eş anlamlı olarak kullanılıyor. Diploması olanın mezun olduğu, mezun olanın diploma sahibi olduğu anlamını taşıyor. Ne yazık ki bu denklemde liyakat ve liyakati ölçen mülakat sistemi göz ardı ediliyor. Aamir Khan yukarıda ki sözü doğrudan liyakattin, dolaylı olarak ise mülakatın önemine vurgu yapıyor. Toplum olarak büyük yanılgılarımızdan biri mezun olmuş herkesi “işin ehli” sanıp liyakatli olarak görmemiz. Alanında iyi mi, kendini geliştirmiş mi, hangi konularda uzmanlaşmış, mezuniyetinin üzerine neleri eklemiş, yeni neler öğrenmiş bunları tespit etmiyoruz. Aslında bunları tespit etmemizi sağlayacak bir sistem olan mülakat sistemini uyguluyoruz ama pratik zeminde yanlış yapıyor, liyakat dışında ki başka faktörlerin devreye girmesine ne yazık ki izin veriyor ya da göz yumuyoruz.
İstediğiniz kadar iyi bir üniversiteden mezun olun, bir işe yetkili değilseniz yani liyakat sahibi değilseniz hangi üniversiteden “mezun” olduğunuzun pek bir önemi olmaması gerekir. Sanırım Yusuf Tekin’in neden mülakata ayrı bir önem verdiğini ve neden mülakatta bu kadar ısrar ettiğini; duyguları ile değil, objektif bir şekilde tarafsızca süreci değerlendiren, liyakati önemseyen herkes çok daha iyi anlar. Bugün üniversiteden “mezuniyetini” almış ama öğretmenlik mesleğinde yetkinlik kazanıp mesleğini “layıkıyla yapmayan” yani liyakat kazanmamış pek çok eğitimci var etrafımızda. Sınıfta kendi dersi ile ilgili konularda öğrencilerin sorduğu orta düzey sorular karşısında dahi iki cümleyi bir araya getiremeyip, tatmin edici cevaplar veremeyen edebiyatçılar, Türkiye haritasında bazı illerin yerini bile gösteremeyecek düzeye üniversiteden mezun coğrafyacılar, ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı, Çanakkale Zaferi’ni özetleyemeyecek tarihçiler var. Bırakın türev, integral, logaritmayı, üç bilinmeyenli denklemleri çözemeyecek düzeyde matematikçiler var. Türkçeden İngilizceye İngilizceden Türkçeye sağlıklı tercüme edemeyecek mütercimler var. Bir binanın siluetini çizemeyecek ressamlar var. Bir bestenin notalarını kağıda dökemeyecek müzisyenler var. Ters yönde takla atmayı bilmeyen, beceremeyen sporcularımız var. Söktüğü bir cihazı tekrar toparlayıp bir araya getiremeyen mühendislerimiz var. Tahayyül edilen bir mimari eserin projesini çizemeyen, kot nedir, tor çeliği-hasır çeliği nedir bilmeyen inşaat mühendislerimiz var. Dijital elektroniği analog elektronikten ayırt edemeyen elektrik mühendislerimiz var. Bunlar hepsi mezun ve herhangi bir iş yerinde, kamuda, özelde, orda veya burada bir şekilde kendine iş imkanı bulmuş ama liyakat sahibi olmayan kişiler.
Ülke olarak üretemediğimizin, yol alamadığımızın, yerimizde saymamızın sebebi bu olabilir mi? Liyakatli olmayanlara iş vermek, makam ve mevki dağıtmak… Eğer vakti ile hakkıyla bir mülakat sistemini işlettirmiş olsaydık demin yukarıda saydığım örneklerdeki durumda olan pek çok kişi şu an maaş alıyor ve işi var diye “ben liyakatliyim, işin ehliyim” diye ortalıkta geziniyor olmazdı. En önemlisi ise bunca iş gücü ve ekonomik kaybımız olmazdı. Hepsinden daha önemlisi ise gerçekten işin ehli olup, liyakat sahibi kişiler bu insanların yerinde olsaydı ülke olarak daha iyi bir konumda olmaz mıydık acaba? Yaşam standardımız, konforumuz, ekonomimiz, sağlığımız, eğitim sistemimiz, kültürümüz, her açıdan çok daha iyi bir noktada olmaz mıydı?
İşte bu nedenle ben de Yusuf Tekin’in ısrarcı olduğu mülakat sistemini destekliyorum ve bunu 2018 yılında “Yusuf Tekin’i doğru anlamak” başlıklı yazımla dile getirmiştim. Ayrıca sadece eğitim alanında olması gerektiğini değil, A’dan Z’ye her alanda her sektörde liyakati belirmeye yönelik bir mülakat sistemini inşa etmenin ülkemizin aydınlık yarınları için bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Dış görünüşüne, diline, dinine, rengine, dünya görüşüne bakmadan o işi yapabilecek en iyi kişi ya da kişilerden biri ise hakkını teslim etmek, elinden tutmak, güvenmek, işi ona yani ehline vermek, “sen liyakatlisin” demek ve bu düşünceyi desteklemek hepimizin üzerine düşen ahlakî ve vicdanî bir sorumluluk.
Mülakatın hakkıyla işletildiği ve liyakatli insanların iş gördüğü yarınlara kavuşmak en büyük temennimiz olsun.