Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin yakın bir zamanda şöyle bir cümle kurdu; "2024 yılında KPSS sınavı sonuçlarına göre bir atama daha yapacağız. Bundan sonra KPSS'yi kullanmayacağız artık. Bu yıl son bir kez daha mülakatla öğretmen ataması yapmış olacağız."

Bundan sonra öğretmen adaylarını daha kapsamlı daha farklı bir süreç bekliyor. Takip eden dostlarımız bu yeni modelin detaylarını bu köşede yazdığımı hatırlayacaktır.

Başından beri mülakata karşı olan birisi olarak şimdilik hiç değilse mülakatın kalkmış olmasını sevinçle karşıladığımı ifade etmek isterim.

Eğitim alanında istikrarlı olmadığımız bir gerçektir. Bakınız son yirmi yılda AK Parti hükümetleri döneminde tam dokuz bakan değişikliği yapıldı.

Bu bakanlar aynı partinin siyasetçileri olmasına rağmen her gelen bakan bir diğerinin uygulamalarını değiştirerek farklı yol ve yöntemler denedi.

Hatırlayınız, 2004 yılında liselere geçiş sınavı olarak bilinen LGS kaldırılarak yerine OKS getirilmişti. 2008 yılına gelindiğinde bu sefer OKS kaldırılarak yerine SBS getirildi.

Aradan dört yıl geçti bu sefer de SBS kaldırılarak yerine TEOG getirildi. Sonra TEOG kaldırıldı ve yerine adrese dayalı kayıt ve nitelikli olarak ifade edilen okullar için isteğe bağlı sınav getirildi. Bugün LGS sınavı ile devam ediyoruz.

KPSS, YKS ve mülakat derken şimdi de bambaşka bir modelle yolumuza devam edeceğiz. İşin hazin tarafı nedir biliyor musunuz? Bunca değişiklik yapılırken kurulu eğitim sisteminin yapısında tek bir değişiklik yapılmadı.

Bu durum da benim gibi eğitimi dert edinen insanların meselesi olarak kaldı.

Aslında tüm mesele; çocuklarımızın ileride nasıl insanlar olmasını istediğimizle alâkalı bir durum. Son yirmi beş yıllık AK Parti hükümetleri döneminde bu konu gerçek anlamda masaya yatırılmadı.

Bari eğitim sendikaları bu mesele üzerine yoğunlaşsın dedik onlar da atama işlerinden başlarını kaldıramadı. Hal böyle olunca ülkede eğitimin sahici sorunlarını konuşamadık.

Bilindiği gibi mevcut eğitim anlayışı ne yazık ki çocukların başarılı olmaları üzerine kurgulanmıştır, “iyi insanlar” olmaları üzerine değil. Bu yüzden sınavlar eğitimin merkezini oluşturmaktadır.

Daha da vahimi, 1924 yılından itibaren merkezi planlamayla toplumu belirli bir kalıba sokmayı hedefleyen eğitim, resmi ideolojiye itaatkâr, birbirinin aynısı bireyler yetiştirme gayesi ile hala yoluna devam ediyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kısaca “eğitim birliği” olarak da bilinen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasasıyla eğitim, devlet tekeline alınmıştır. Eğitimin zorunlu ve tekdüze hale getirilmesinin nedeni ortada.

Türkiye’de de eğitimin yeni bir ulus oluşturma yönünde işlev gördüğü ve bu amaca hizmet ettiği su götürmez bir gerçektir.

Bana kalırsa yapılacak iş belli.

Öncelikle Türkiye, gelinen bu noktada ivedilikle, 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu başta olmak üzere, eğitimde tek bir ideolojiyi, görüşü, dini, dili rengi ve mezhebi öne çeken eski usul mevzuatı gözden geçirmeli ve buraya ait köklü yeni bir eğitim sistemi inşa etmelidir.

Onca yapılan düzenlemelere ve değişikliklere rağmen bir adım dahi ilerleyemiyorsak, günü kurtarmak için göstermelik yapay düzenlemelerle değil meselenin esasına inerek köklü bir değişimin yol ve yöntemlerini aramalıyız.

Şunu hala göremiyoruz; mevcut eğitim anlayışı bireylere kendi yetenek ve ilgilerini keşfetme imkânı tanımak yerine belirli kurallar silsilesiyle onları otoriteye itaat etme eğilimi kazandırmaya çalışıyor.

Dolayısıyla öğrenme yaklaşımları, modelleri, sınıf ortamları ve programlar vs. bireyin merakını tetiklemek yerine onları belirli bir kalıba sokmak uğruna tasarlanıyor.

Okulları, öğrencileri disipline eden kurumlar olmaktan çıkarmalı ve mevzuatı bu yönde bir değişime uğratmalıyız. Her şeye rağmen Yusuf Tekin’in bu uğurda çaba harcaması biraz olsun beni umutlandırıyor.