Önce bir cümle çıktı reklam panolarında “Ölünce beni kim yıkayacak”. Herkes neler oluyor, milletin zaten morali bozuk, Gazze’deki olaylar, katliamlar vs ile üzülürken bu cümleyi kim akıl edip de yazmıştı şehrin her yerine diye çoğumuz düşündük. Bir reklam olduğu belli olan ama böylesine etkin bir cümleyi hayatlarında ilk kez billboardlarda görmenin şaşkınlığı içinde birçok fikir yürütüldü. Ölümü hiç düşünmeyen ya da düşünmek istemeyen, hiç ölmeyecek gibi yaşamak isteyen toplumun karşısına bir de cenazemi kimin yıkayacağını düşünme sorunsalı bütün çıplaklığı adeta bir patlama yaptı.

Kimisi ne gerek vardı psikolojimizi bozmaya zaten sınırda yaşıyoruz ayrıca metroların girişinde yollarda görüp görebileceğin en görünür yerlerde “Ölünce beni kim yıkayacak” sözüne gerek var mıydı diye düşündü. Bazıları ise hayatın keşmekeşi içinde unutulan ve tüm dünya sorunlarına son veren sonsuz hayatın başlangıcı olarak ölümün hatırlanması gerektiğine dair yorumlar yaptı. Bundan yıllar önce bir TV programında ana arter yol üzerinde yer alan Zincirlikuyu Mezarlığı kapısında yazan “Her canlı ölümü tadacaktır” cümlesinin insanların moralini bozduğu ve kaldırılması gerektiğine dair sözler sarf edilmişti.

İnsanların çoğu ölüm kelimesinden rahatsız olur, bahsi bile geçince ortalıkta soğuk rüzgârlar eser hatta hemen konu değiştirilir. Peygamber Efendimizin (sav) “Ağzınızın tadını kaçıran ölümü sık sık anın” hadisine rağmen ölümü anmak zor gelir çoğu insana ve “ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey” modunda yaşamak her zaman tercih edilir. Tüm bu algılar ve yaşam temaları göz önüne alındığında birden bire karşımıza bu cümle çıktı “Ölünce beni kim yıkayacak” ve devamında tadımız kaçtı!…

Sonrasında öğrenildi ki bu bir dizinin lansman cümlesiydi. Dikkat çekmek için son derece iyi düşünülmüş ve amacına ulaşmış başarılı bir reklam olayıydı. İsmi bile ilginçti; Gassal… İnsanlar ölümden kaçtığı gibi gassal kelimesinden kaçar hatta çoğu kişi ne olduğunu bile bilemez belki de.

Dizi izlenme oranı ile büyük bir başarı yakaladı. Herkesin dilinde “Gassa”l vardı zira şimdiye dek bu tür bir dizi hiç çekilmemiş, kendi dalında bir ilk olmayı başarabilen ender yapımlardan biri olduğu ve TRT’nin yaptığı en başarılı dizi olduğu tüm mecralarda dile getirildi. Peki neydi Gassal’i bu kadar başarılı yapan? Hem mizahı ve dramı hem de ölüm gibi hayatın en dramatik yanı ile bira araya getirmek nasıl bir kurguydu? Senaryo, çekim, oyunculuk, müzik, kurgu hepsi mi güzel olur? Evet hepsi güzel olmuştu, insanlar şaşkınlık ve hasret içinde diziyi izledi. Çünkü hem TV’de hem dijital platformlarda bırakın ailecek izlemeyi tek başına bile izleyeceğiniz bir dizi veya film izlemek gerçekten çok zorlaştı. O yüzden, içinde hayattan kopuk gerçek olmayan konular içeren toplumun kendisinden ve değerlerinden hayli uzakta olan yapay yapımlardan bıkmış usanmış kitle için “Gassal” dizisi ilaç gibi geldi dersek abartmış olmayız.

Dizinin ana karakteri gassal Baki’nin ismi bile manidardı. Mesleğiniz ölü yıkamak olacak ve adınız Baki olacak. Bu tezat gibi görünen durumda hayatın faniliği ve ölümden sonrasının bakiliği ile hatırlatma yapılmış olup inananlar için ölüm bir son olmayıp sonsuzluğun başlangıcı yer alır. Ölümü bir hiçlik ve son olarak görenlere bir gönderme yapılmış da olabilir.

Baki mesleğini çok sevmektedir, ölülerden hiç korkmaz hatta kendisine “ölülerden hiç korkmuyor musun” diye sorulduğunda “ben asıl dirilerden korkarım, her gece rüyalarıma diriler girer” diyerek ölülerin zararsız olduğunu hatta gasilhanede ölülerin hiç acelesi olmadığını, ölümün tek kişilik bir eylem olduğunu vurgulayarak kişiyi gerçekten ölüm hakkında düşünülmemiş kafa yorulmamış konulara daldırır.

Baki tek başına yaşamaya alışıktır, sadece hayatında üç arkadaşı vardır ki bunlardan biri cenaze aracı şoförü Nazım, cenazeleri hastaneden gasilhaneye getiren Elif, en yakın ve çocukluk arkadaşı olan Ahmet, yani çember çok dar ve Baki çok yalnız. Bu yalnızlık devam ederken mezarlıkta gençler tarafından uğradığı bir öldürme şakası Baki’yi o ana kadar hiç aklına gelmediği ölümden sonraki yıkama işlemi üzerinde düşünmeye sevk eder. Yalnızlık duygusu Baki’yi o kadar sarar ki “yalnızım ben, ölünce beni belediye gömecek” diye ölüm sonrasını dert edinir kendine. Arkadaşlarını ölünce kendisini yıkaması için ikna etmeye çalışır hatta cenaze arabası şoförü Nazım’a nasıl ölü yıkanacağını öğretir. Nazım gönüllü olmasa da kabul eder. Ama kader Nazım’ı bu görevi yapmasına engel olacaktır ve ömrü buna vefa etmeyecektir. Bu noktada hayatın sürprizlerinin ne kadar görünmez olduğu, fırsat varken arkadaşlıkların, dostlukların kısaca yaşamın tüm boyutlarının bir anda bitebileceği ve pamuk ipliğine bağlı olan hayatın kıymetinin bilinmesi vurgulanırken kimin kimden önce öleceğinin bilinememezliği de bir anda taş gibi oturuyor.    

Baki’nin yalnızlığının evlenmek ile çözülebileceğini düşünen üç çocuk sahibi mutlu “ev erkeği” Ahmet ve karısı kız istemeye giderler ama beklenen olumlu sonucu alamazlar. Baki’nin mesleğinin gassallik olması kız tarafının tuhafına gitse de “ama sigortalı iş” diyen Baki’nin bu sözü toplumun garanticilik açısından nerede olduğuna vurgu yapar. Ayrıca istenilen kız başka birini sevmektedir. Bu sahnelerde mizahın yer alması diziye hoş nüanslar vermiş. Daha sonra hemşire Elif’in evlilik için düşünülmesine Elif sıcak bakmaz çünkü kendisinin anne olamama gibi durumu vardır. Burada toplumda anne olamayan kadınların evlenememesi üzerine bir atıfta bulunulur.

Yine yalnız kalan Baki’nin hapiste olan babası birden bire olaylı bir şekilde ortaya çıkar. Babasını alıp eve getirdiğinde ise evin bıraktığı gibi olmasını eleştiren babasına Baki’nin duygu dolu çıkışı dizinin en dikkat çeken dramatik sahnelerinden biridir. “Ben neden kimsenin bir şeyi olamıyorum, herkesin kaçtığı bir kimse oldum, bu ev yeşermiyor, ölünce bir yıkayanım bile yok hiç mi umurunda değil baba” diyerek yalnızlığının ve sevgisizliğinin boyutunu gözler önüne serer. “Benden baba olmaz” diyen babası ise evi aynada saçını düzelterek umursamaz bir şekilde terk ettiğinde, Baki yıllardır gitmediği annesinin mezarına giderek yalnızlığını annesiyle paylaşmaya çalışır ve orada sabahlar. Mezarlıklar dirilerin avunma mekânıdır. Ölümle kurduğumuz yegâne maddi bağdır. Kalabalıklar içindeki yalnızların sembolüdür.

Final sahnesinde en yakın arkadaşının başına gelen dizinin en dramatik olayı olan ölüm sahnesi ve beraberinde çalan müzik insanı gerçekten derinden etkiliyor. Kucağına bebek alamayan Baki’ye Ahmet’in bebeği vermesi ölüm karşısında duyulan tüm çaresizliği gözler önüne seriyor. Hayatlarımızı pembe bir masal gibi yaşamak isterken ve de yaşamaya çalışırken ölüm gibi mutlak bir gerçeği göz ardı etmenin hiç de mümkün olmadığı ile yüzleşilir.

Ama yine de her bölüm başında “İsterim ki sokakta asık suratlar olmasın, hayat gülünce güzel” şarkısını dillendiren çocukların masumluğunda saklanan duygu ile hayatın acısı, tatlısı, sorunu, derdi, tasası, hüznü, mutluluğu ile bir bütün olduğunu da unutulmaması gerektiği vurgulanır. Hem ölümün mutlak gerçekliği hem de hayatta insanların yalnız olmasının yanında bize ümidin de olduğunu metaforlarla anlatan “Gassal” dizisi muhteşem bir yapıt olmuş.