Ankara’da trafik çilemizi aza indirmek için en yakın metro durağına aracımızı park ettikten sonra Kızılay’a kadar yolumuza farklı arkadaşlarla seyahat ediyoruz. Serde araştırmacılık olunca da tadından yenmiyor. Etrafa sosyolojik veya eleştirel gözle bakarak yaptığımız yolculuklarımızda zaman zaman çok değişik olaylara da şahitlik ediyoruz. Bir keresinde karşı koltuklarda oturan kişi gazeteyi yüksek sesle okuyor, haberlerin bir kısmını öfkeyle mırıldanıyor, bazılarına ise tebessüm ediyordu. Onun yanındakilerden bazıları da başını sallayarak ona onay verdikçe adam coşuyor “Doğru. Başka türlü olmaz” deyince “Bu fikre nereden ulaştınız?” diye sorduğumda şaşkınlıkla; “Ne demek nereden ulaştım? Gazete yazıyor” diye kestirip attı.
Bu cevaba elbette şaşırmadım. Kendi düşüncelerini oluşturmak yerine başkalarının fikirlerini aynen benimseyip savunanlar… Üstelik bu fikirlerin doğruluğunu sorgulama zahmetine bile girmezler. Tıpkı kopya çekerek sınavdan geçmeye çalışan bir öğrenci gibi, emanet düşüncelerle yaşamaya razıdırlar.
Bir dost meclisinde ise tartışmaya şahit olmuştum. Bir grup insan din konusunda konuşuyor, birbirine ayetlerle cevap veriyordu. Ancak ne acıdır ki hiçbiri anlamını kavramaya çalışmadan, ayetleri sadece ezber bilgi gibi sıralıyordu. İçlerinden “Peki, Kur’an bize ne diyor?” diye sorduğunda ise sessizlik…
İşte o an, Allah’ın insanlara yönelttiği “Akletmez misiniz?” sorusunu düşündüm. Kur'an, düşünen ve sorgulayan aklı yücelten bir rehberdir. Ancak ne zaman ki insan kendi aklını kullanmayı bırakır, işte o zaman kalıplar esaretine düşer.
Tarihte de buna benzer durumların sayısız örneğini görürüz. Galileo Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü söylediğinde dönemin otoriteleri karşı çıkmıştı. Onlara göre, mevcut düzen ve öğretiler sorgulanamazdı. Oysa Galileo aklını kullandı ve hakikate ulaştı. Bir diğer örnek ise Mevlânâ’dır. O, “Her şey gibi aklın da temiz suya ihtiyacı vardır” derken düşünmenin ve sorgulamanın insan için ne kadar elzem olduğuna işaret eder.
Etrafımıza bir bakalım: İnternetten okuduğu her bilgiye tereddütsüz inananlar… Başkalarının hayatını birebir kopyalamaya çalışanlar…Bir fikri savunurken dahi onun arka planını araştırmayanlar…
Bunlar, aklını bir emanet gibi başkasına devreden insanlardır. Sorgulamayan toplumlar üretmez, üretmeyen toplumlar da yok olmaya mahkumdur.
O halde ne yapmalıyız? Öncelikle aklımızı kullanmaktan korkmamalıyız. Gözün var, gör. Kulağın var, işit. Aklın var, düşün. Düşün, sorgula, anlamaya çalış. Çünkü akıl, Yaratıcı’nın bize verdiği en büyük nimettir. Ve bu nimeti kiraya vermek, emanete ihanet etmek gibidir ve’s-selam.