Şehrin Hafızası
Şehirler; onları kuran, yaşatan
ve dönüştüren aklın ve duygunun dinamik bir eseri olarak kabul edilmektedir.
Şehirler, insanlığın kaderini değiştiren önemli bir kurgu olarak ifade
edilebilir. Bilimin, sanatın, edebiyatın, felsefenin ve ticaretin geliştiği yerler
her zaman şehirler olmuştur.
Bütün bu bahsedilen olgular
şehirlerde ayrı ayrı mekânlarda tezahür eder. Mekânlar, şehrin hafızasını
oluşturur. Bir şehirde buğday pazarındaki mekân ile kazancı pazarındaki mekân
birbirine benzemez. Bu yerler birbirine benzemediği gibi buradaki esnafın
şahsiyetleri de birbirinden ıraktır. Mesela buğday pazarı esnafının yüzü
kırsala dönüktür. Tarlada, köy hayatından, ağadan, marabadan, oralarda olup
bitenlerden haberdardır. Kazancı esnafının yönü ise caddeden sokağa, dıştan iç
çarşılara yöneliktir. Şehirdeki bu iç çarşılara doğru yürüyüş yaptığınızda
buradaki kazancıların yüzlerce yıllık yordamlarıyla dövdüğü kazanların sesiyle
karşılaşacaksınız. Kazancılar gibi demirciler, dericiler, marangozlar,
yüncüler, göncüler hatta hattatlar bu kutsal mekânların bekçileri gibi sizi
tebessümle karşılayacaktır.
Yazar Umberto Eco, bu mekânları
görseydi Gülün Adı romanın girişinde yazdığı epigrafı eminin Urfa’ya ithaf
edecekti. Eco’nun epikrafı şöyleydi.
“Biz yaşadığımız sürece bu kutsal sözün ve kutsal duvarların bekçileri
olacağız.”
Urfa’nın kutsal mekânları, tarihî çarşıları ecnebilere ihtiyaç duymadan
korunuyor ve korunacaktır. Bu çarşılardaki esnaf sadece ticaretle uğraşmıyor.
Buraya canlı bir konum da kazandırmıştır. Hayat şehirde yaşar ama o şehre ruh
veren insanlarla yaşar. Bu tarihi çarşıların esnafı her ne kadar günümüzde
şehir merkezinden uzaklaşsa da sabahın ilk ışıklarıyla mekânda çekiç sesleri
duyulur, Gümrük Hanındaki tellalların ahilik duası yankılanır. Uhrevi bir atmosfere
doğru yol alırsınız. Ama duadan, çekiç seslerinden öte başka bir şey vardı
burada. Urfa’nın esnafı sabah namazını dergâh camisinde kılmak için gecenin bir
yarısında Halilürrahman Gölüne doğru yol alırdı. Kimi esnafın tek isteği,
erenler nefesidir isteğimiz diyerek göl kenarında balıkları uykusundan
uyandırarak abdestlerini alıyorlardı. Öylece Dergâh camisindeki sabah namazına
yetişirlerdi.
Namazdan sonra yeni bir seremoni
başlardı. Kadirilerin yüzlerce yıllık zikri ile esnaf coşardı. Zikir sonrasında
esnafın bazen tirit bazen de çorba ikramı olurdu. Birazdan işe başlayacak olan
esnafın burada yediği bir iki lokma onları öğleye kadar yetiştirtirdi.
Bu zikre şahit olmak bu zikrin
manevi atmosferini yaşamak için uzak diyarlardan ecnebi memleketlerden insanlar
geliyordu.
Öğretmen Akademileri-edebiyat akademisi
için Urfa’ya gelen kadim dostum Ali Gemuhluoğlu Urfa’daki bu Kadiri zikrine
katılmak ve oradaki atmosferi yaşmak istiyordu. Gemuhluoğlu üstadımızın
mihmandarlığını Dr. Bedirhan Bayici kardeşimiz üstlenmişti. Bedirhan Bey, -
kadim dostum üniversiteden arkadaşım Mehmet Yalçın Yılmaz’ın- yeğeniydi.
Öğrencilik yıllarından beri hasbihalimiz vardı. İstanbul’da Ali Gemuhluoğlu
hocamızla sohbetlerimize de katılırdı. İstanbul’daki sohbetlerimiz de bir nevi
sıra gecesine dönüşmüştü. Çiğköfte olan her yerde bir sıra ve bir gece vardı.
Bu sohbetlerin müdavimleri arasında Turan Koç, Nida Kırömeroğlu hocalarımız, İstanbul Millî Eğitim Müdürü Mücahit Yentür ve daha nice hocamız katılırdı.
Kadirî zikrine dönelim. Bu zikir
hakkında Ali Gemuhluoğlu hocamız nasıl haberdar olmuştu, bilmiyorum. Ayrıca
popüler kültürün çarkları arasına da girmemişti Kadirî zikri… Bu zikir, Hz.
İbrahim’in doğduğu yer olan mağaranın yanındaki camide yapılıyor. Dergâh camisi
deniliyor buraya. Zamanın Kadirî
şeyhlerinden Dede Osman Avni'nin türbesinin bulunduğu Dergâh Camii'ne gelen müridan
burada zikir yapıyor.
Kökü, Kadiri tarikatının kurucusu
ve İslam âlimi Abdülkadir Geylani'ye kadar uzanır. Bu zikrin müdavimlerine göre
Dede Osman Avnî hazretleri Irak’tan Urfa’ya 18.asırda bu zikri getirmiştir.
Onun vefatından sonra mürid ve halifeleri Evrad-ı Şerif'i okumaya devam
etmiştir. O günden bugüne devam eden Evrad-ı Şerif ise Abdülkadir Geylanî tarikatının virdleridir. Zikrin tarihi Abdülkadir
Geylanî ‘ye kadar uzanır Ama Urfa’da okunması Dede Osman Avni’yle başlamıştı.
Ali Gemuhluoğlu, dış politakdan
bahsederken bunlardan da bahsetti. Ve son söz olarak Urfalılardan bir şey talep
etti. Lütfen Halillürrahman Gölüne Balıklıgöl demeyin. Bakın, İngilizler bile
buraya “Abraham Lake” derken siz niye şehirdeki mekânı öldürüyorsunuz, demişti.
Ali Gemuhluoğlu hocamız, öğretmenlerdeki şehir şuurunu kavi tutmaya çalışırken
sanırım öğretmen akademileri de amacına uygun bir şekilde mecrasını bulmuştu.