Rusya'nın Orta Asya politikası
Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik politikası dalgalı bir seyir izlemiştir. 1990’lı yıllarda Moskova’nın Orta Asya’ya yönelik politikasında belirsizlik vardı.
Bunun
temel nedenlerine baktığımızda üç nedenin belirleyici olduğunu görüyoruz. Birincisi, Rusya Federasyonu’n ilk
Devlet Başkanı Boris Yeltsi’nin Batı ile bütünleşme süreci başlatmasıydı. Çünkü
Yeltsin’in zihninde ‘’Rusya Batı ile bütünleşirse daha iyi olur’’ düşüncesi
vardı.
İkincisi, Rusya bu cumhuriyetlerin
ekonomik ve siyasi olarak Moskova’ya bağlılıklarının devam edeceğini sanmıştı.
Hâlbuki Sovyetler bu halkların refahını yükseltmemişti ki, kendilerini bağımlı
hissetsinler. Hatta SSCB’nin yıkılış sürecini incelediğimizde Yeltsin bu
cumhuriyetleri ‘’yük’’ olarak ifade
etmişti.
Üçüncüsü, Rusya kendi içinde
yaşadığı ciddi ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle içine kapanmıştı. Rusya o
tarihlerde pasif bir dış politika izlemişti. Dolaysıyla bağımsızlıklarını yeni
kazanmış Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin hiçbir ihtiyacını karşılayabilecek
bir gücü yoktu.
Ancak
Yeltsi’nin Batı merkezli dış politikası başarısız olunca Rusya, 1993-94
yıllarından itibaren eski Sovyet Cumhuriyetleri’yle bütünleşme politikası
izledi. O dönemin kaynaklarını incelediğimizde kademeli olarak bu
cumhuriyetlerin Rusya’yla yeniden yakınlaştıklarını fark ederiz.
Putin ile değişen
ilişkiler
Bilindiği gibi 31 Aralık 1999’da Putin Devlet
Başkanı seçilince, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik yeni stratejiler
geliştirmeye başlamıştı. Uluslararası medya kuruluşlarına verdiği ilk mülakatta
‘’Bağımsız Devletler Topluluğunu tanıyacağını’’
açıklamıştı. Böylece Kremlin bu ülkelerin güvenini kazanmak için onların
önemsediği konuları ön plana çıkarmıştı.
Bu konuları üç başlık altında
özetleyebiliriz. Birincisi,
terörizmle, ikincisi, uyuşturucu ve üçüncüsü, Batı tehdidine karşı ortak
mücadele edeceklerdi. Ayrıca her iki tarafın önem verdiği su, enerji, ulaşım, Sovyet
döneminde kalan kurumların modernize edilmesi gibi birçok konu bulunuyordu.
Putin’in bu ve benzeri konuları ön plana
çıkarması, Rusya’nın bölgeye yeniden dönüşünü sağladı. Böylece enerji
kaynaklarında elde ettiği gelirlerle, İMF ve benzeri kuruluşlara olan tüm borcunu
kapattı. O tarihten sonra Putin ‘’yeniden
büyük Rusya’’ sloganıyla daha aktif bir dış politika izledi. Orta Asya
ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirdikçe, ABD’nin tek kutuplu
dünya düzenini sorgulamaya başladı.
Rusya, Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini
geliştirdikçe, bölgede askeri varlığını artırdı. Bu kapsamda 2003’te
Kırgızistan’da askeri üs açmıştı. Bu üssün amacı, hava sahasını kontrol altında
tutmak ve gerektiğinde terör örgütleriyle mücadele etmekti.
Sonuç
Rusya’nın Orta Asya ülkelerine yönelik dış
politikası ‘’yakın çevre’’ anlayışına
dayanmaktadır. Putin bu nedenle çok yönlü stratejik ilişkiler geliştirmiştir.
Ayrıca ABD başta olmak üzere Batı dünyasının çifte standart tutumu nedeniyle bu
ülkelerin Rusya’yla yakınlaşmasını kolaylaştırmıştır.
Ancak Rusya’nın bu bölgede iki rakibi daha var. Biri Çin diğeri Türkiye’dir. Rusya bu iki ülkenin Orta Asya ülkeleriyle olan ilgisinden elbette rahatsız olmaktadır. Ancak Çin’in ekonomik yatırımları, Türkiye’nin karşılıklı hakları gözeten siyaseti karşısında Rusya’nın yapacak bir şeyi şimdilik yoktur.