İslam'ın ekonomi politiği
Eskiden beri “emek”, sömürü”, cinsiyet(çilik) vb. kavramlar üzerinden İslam’a dair bir tartışma olduğunda bir kısım Müslümanlar bunların modernliğe ait kavramlar olduğu ve İslam’ın bu kavramlar etrafında tartışılmasının doğru olmadığını ifade etmektedirler.
Bu
tür itirazların içinde yaşadığımız dünyayı anlam(landırm)ak açısından kendi
içine kapalı bir dünya inşa ettiğinde kuşku yoktur. Kullanılan bu tür
kavramlardan bazıları Batı orijinli olmakla ve Batı’nın kendi soru(n)larını
tanımlamakla birlikte, önemli bir kısmı insanlığın ve içinde yaşadığımız
dünyanın sorunları ile ilintilidir. Dolayısıyla bu sorunları tartışmadan
insanlığa bir öneri sunmanız çok mümkün olamayacaktır.
Nihayetinde
“emek” insana dair bir değerdir. İnsanın emeğinin karşılığını al(a)maması,
orada mutlaka sömürünün olduğuna işarettir. Sömürü ise insanlık tarihinin
başından bu yana en önemli sorunların başında gelmektedir. Çünkü sömürü bir
insanın, grubun ya da devletin gücüne dayanarak diğerlerini istismar etmesi,
üzerinde egemenlik kurması ve nihayetinde köleleştirmesi demektir.
Batı
modernitesinin yükselişinin ardından Batı’nın diğer ülkeleri sömürgeleştirme
faaliyeti hız kazanmış; bu minvalde diğer toplumların emekleri, ürünleri,
toprakları, varlıkları Batı’ya akmaya başlamıştır. Şimdi bunu problem olarak
görmeyecek misiniz? Kanaatimizce asıl problem budur. Şayet bir din bu sorunla
ilgilenmezse, ne ile ilgilenecektir?
Bir
kısım Müslümanlar Allah’ın birliği (tevhid), Allah-insan ilişkisi, insanın
konumu ve değersizleştirilmesi ile hiç ilgilenmemekte; İslam’ı bazı ritüellerle
eşitlemektedirler. Halbuki Tevhid başta olmak üzere İslam’ın temel kavramları
bir perspektif olarak insanın Allah, evren, bilgi ve tabiata bakışını
belirlemektedir.
Bu
bağlamda Tevhid, bir hakikati ve perspektifi ifade etmektedir. Kur’an-ı
Kerim’in Tevhid üzerinde ısrarla duruşu bir hakikati ve perspektifi vurgulamaya
yöneliktir. Kur’an içine indiği toplumda bu bağlamda statükoyu çözündürmek ve
insanı özgürleştirmek istemiştir.
Kur’an-ı
Kerim’in ve hatta Hz. Adem’den bu yana İslam’ın (Tevhid geleneğinin) kesintisiz
bir şekilde üzerinde durduğu konu sıkı bir paganizm eleştirisidir. Bu eleştiri,
bir yandan evrene bakıştaki bir hakikati dile getirmesinin yanı sıra paganizmin
kurduğu ve koruduğu ekonomi politiğe bir itirazdır. Mekkeli oligarşinin pagan
kültür üzerinden oluşturduğu düzen, sömürüye, bir takım insanların
müztazaflaştırılmasına ve onların üzerinde egemenlik kurmaya kadar gitmiştir.
“Allah’ın
yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah’a da pay ayırıp batıl iddialarına göre ‘bu Allah’ın bu da ortaklarımızın (putlar)”
dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah’a ulaşmıyor fakat Allah’a ayrılan
ortaklarına ulaşıyor. Verdikleri hüküm ne kötüdür!” (6/Enam, 136) Anlaşılacağı
üzere pagan kültürün arkaplanında işleyen bir ekonomi politik bulunmaktadır.
Bunun ilk tezahürü âyetlerin de belirttiği üzere Mekke’deki bölüşüm sistemidir.
Bu bölüşüm sistemi çoğunluğun ve zayıfların aleyhine işlemekte; pagan kültür
ise bunu meşrulaştırmaktadır.
Kur’an
nazil olmaya başladıktan sonra, Mekkeli oligarşi Kur’an’ın neye itiraz ettiğinin
tamamen bilincindeydi. Bu sebeple de ciddi olarak direndiler. Kur’an
kilitlenmiş olan statükoyu açmak, baskı ve sömürüye son vermek üzere içerikler
taşımıştır. Bu sebeple İslam’ın ilk adımı, müstazafların özgürlük ve
iradelerini tekrar kullanmalarını sağlamaktır.
Burada ortaya çıkan en önemli sonuç, İslam’ın ekonomi politiğinin toplumlarda varolan bu gerçekliğin üzerini açmak üzere inşa edilmiş olmasıdır. Gerçekliğin üzerini örten bir din ise artık statükolaşmıştır. Sömürgeleştirilen insanlar ise iradelerini kullanmaktan aciz varlıklar haline gelirler.