28 Şubat 1997…

28 yıl önce…

Kudüs Gecesi düzenlemek “Laiklik karşıtı eylemlerden” sayıldı.

Yine düğmeye bastılar. (Aslında elleri hep düğmede…)

The Economist yazıyor, foncular oynuyor…

Türkiye’ni içe kapatılması girişimi bir kez daha deneniyor.

TÜSİAD’ın çıkışı ve Cumhurbaşkanı adaylığının üç yıl önceden açıklanması pek hayra alamet değil.

Türkiye, seçim havasına sokularak asıl gündemden uzaklaştırılarak 1990’larda olduğu gibi cepheleştirme programını devreye alacakları kehanet değil…

31 Ocak 1990’da Muammer AKSOY’la başlatılan, Bahriye ÜÇOK, Uğur MUMCU, Eşref BİTLİS, Turgut ÖZAL vb. gazeteci, akademisyen, komutan ve Cumhurbaşkanının katledilmesiyle Türkiye içe döndürüldü, Azerbaycan, Irak ve Suriye’deki duruma ilgisi kesildi.

17 Şubat 1993’te Eşref BİTLİS’i katledenler, bugün de terörsüz bir Türkiye istemiyorlar.

Gazze’de binlerce Filistinlinin katledilmesi hiç umurlarında, gündemlerinde değil…

Suriye’de Türkiye ve bölge için barış ve refah  fırsatları doğmasından “Etki Ajanlığı Bayileri” fevkalade rahatsızlar.

15 Temmuz’da Türkiye’ye çökmeye çalışanlar, şimdi de Gazze’ye çökmek istiyorlar.

Uzlaşıcıların Türkiye’yi yorma çabası çok ciddi sonuçları olabilecek girişim gibi duruyor.

Vakitsiz aday, şehir şehir dolaşıp seçim konuşmaları adı altında küfür siyasetini devam ettirip osnra da adalet yakasına yapışınca da “Demokrasi, adalet yok!” naralarıyla “zinde güçleri” harekete geçirmeye yelteneceklerdir.

Çünkü bunu hep yapageldiler… 

28 yıl önce…

Sincan’da tankları yürüttüler. Buna da “Demokrasiye balans ayarı yapıyoruz.”dediler.

“Zinde güçler” harekete geçtiler.

Yine İsrail, operasyonun kumanda merkezindeydi.

Bugün orta yaştakilerin hatırlamalarının mümkün olmadığı bir dönem.

Vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışmış bazı yargı mensuplarının Genel Kurmay Başkanlığında verilen “İrtica” brifingine katılabilmek için izdihamdan ezilme tehlikesi geçirdikleri,

kadınların saçlarının gerçek saç mı, peruk mu diye muayene edildiği, okullarda, iş yerlerinde “İKNA ODALARI”nın kurulduğu, Millî Güvenlik Kurulunda Başbakan’a askeri zevatça omuz atıldığı, masaya alkollü içki istenildiği, başörtüsüne özgürlük istemesini “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” suçlamasıyla iktidar partisi, Refah Partisinin kapatıldığı, kapatılan bu partinin devamı olduğu gerekçesiyle Fazilet Partisinin de kapatıldığı, “Verdimse ben verdim. Gerekirse Çankaya’nın bahçesini de veririm.”diyerek milletin alın terinin İstanbul’un sanayici kılıflı kodamanlarına peşkeş çekildiği, bankaların içleri boşaltılarak 300 milyar dolarının küresel baronlarca paylaşıldığı, terörün azgınlaştığı, faili meçhullerle milletin cepheleştirilmek istendiği, bir gecede Türk lirasının pul olduğu, vergisini ödeyemeyen esnafın yazarkasaları, Cumhurbaşkanın anayasa kitapçığını Başbakanın kafasına fırlatıp kavgaya tutuştuğu, piyasanın tepetaklak olduğu, “Sayısal değil, siyasal çoğunluğa göre” hükümet kurma görevlerinin verildiği, “Yüzde doksan beşle de gelseniz, sizin iktidar olmanıza müsaade etmeyeceğiz” denildiği, İMF memurlarının en üst düzeyde karşılanıp 70 sente muhtaç olunduğu  bir dönemdi.

Kemalizm Esadizmle yarışıyordu.

Sedneyalı yıllar…

1998 yılı Ekim ayının 11’inde saat 11’de  “İnanca saygı, düşünceye özgürlük için el ele” sloganıyla milyonlarca vatandaşın el ele tutuşarak tarihin en büyük sivil dayanışmasına “irticai faaliyet” yaftasının atıldığı, tutuklananların idamdan yargılandığı bin yıl süreceği söylenen cinnet yılları…

Neden Siyokemalizmin gündeminde, Gazze, Suriye yoktur?

Ajan bayileri, şeflik artıkları kaybetmeye mahkumdur.

Türkiye Yüzyılı, yeni(den) medeniyet vizyonudur.

Yakın tarihin bu dönemi ders kitabı olarak okutulmalı, filmleri, dizileri çekilmelidir.