Geçen haftaki yazımız nedeniyle birkaç okurdan olumlu geri dönüş aldım.
Geçen haftaki yazımız
nedeniyle birkaç okurdan olumlu geri dönüş aldım. Öncelikle onlara
katkılarından dolayı teşekkür ederim. Tabii gönül ister ki daha fazla geri
dönüş olsun ama birkaç kişinin tepki vermesi bile umut verici bir gelişmedir.
Açıkçası istisnalar hariç, 1990’lı yıllardaki o yoğun okuma ve tartışma
heyecanımızı kaybettik. Hâlbuki ‘’düşünce ve anlam’’ üretmek için heyecanını
kaybetmeyenler, ancak insanlığa umut olabilirler.
İnsanlık ailesi olarak
farklı coğrafyalara, farklı inançlara, dillere, kültürlere, milletlere mensup
olsak da ortak bir atadan geliyoruz. Ortak bir gezegende yaşıyoruz ve ortak
ihtiyaçlara sahibiz. İhtiyaçlarımızı karşılamak için hiç tanımadığımız
insanlarla birbirimize bağımlıyız. Üstelik ortak sorunlara sahibiz.
Peki, insanlığın ortak
sorunu nedir?
Bu soruyu Google’a yazdığınızda
karşınıza birçok akademik makale çıkacaktır. Bu makalelerde ‘’sorun’’ olarak
yazılanları konu başlığı olarak şöyle özetleyebiliriz: Ekonomik sorunlar,
çevresel sorunlar, dinsel sorunlar, siyasal sorunlar, ırksal sorunlar vs. Buna
daha pek çok şey ilave edilebilir ve liste uzar gider. Bütün bunlar insanlığın
ortak sorunudur ve hepimiz çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Ancak insanlığın bir
başka önemli sorunu: Düşünce ve anlam sorunudur. Ne acıdır ki bu sorundan hiç
bahsedilmemektedir. Hâlbuki bedenimizin sağlıklı olması için nasıl ki temiz bir
çevreye ihtiyacımız varsa, ruhsal ve zihinsel sağlığımız için de ‘’düşünceye’’
ve ‘’anlama’’ ihtiyacımız vardır.
16. yüzyıl batı tarihinde
pozitivizme geçiş yüzyılı olmuştu. Düşünce tarihine baktığımızda bütün
çeşitliliğe rağmen, 20. yüzyılın ortalarına kadar da büyük ölçüde pozitivizme
sadık kalındığını görürüz. Ancak 60’lardan itibaren pozitivizm eleştirilmeye
başlandı bu nedenle de ciddi bir sarsıntı geçirdi.
Pozitivizm, sadece bilimi
esas aldı ve dine, batıl inanç veya ilkel zihnin ürünü diyerek reddetti.
Hâlbuki bilim sadece olgularla ilgilenir. Bilimsel araştırma ahlaktan,
siyasetten, dinden, ideolojiden bağımsız olarak yürütülür. Bir şeyin
‘’nasıllığı’’ bilimin konusudur ama ‘’niçinliği’’ dinin veya felsefenin konusudur.
Neyse..
Coğrafya biliminin
kavramlarıyla izah edecek olursak Pozitivizmin ürettiği bir eko sistemi vardı.
‘’Hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi’’ gibi kavramlar Pozitivist
ekosistemin önemli unsurları iken yıllarca bu kavramları gayri meşru hırslarını
meşrulaştırmak için kullanıldı..
Ancak Pozitivistlerin
bütün iddiaları 7 Ekim 2024’te Filistin’de ciddi yara almıştır. Sarsıntı
şiddetini artırarak devam etse de etkisi henüz bitmemiştir. Gelişmeleri doğru
okur ve doğru sonuçlar çıkarırsak 21. Yüzyıl, kalbin yüzyılı olabilir. Zira
kalbin hâkimiyetini esas alan bir düşünce, ancak tüm insanlığı kuşatacak anlamlı
bir hareket üretebilir. Pozitivistler, kendi kültürünü yıllarca ‘’evrensel’’
bir değermiş gibi diğer milletlere dayattı. Başkalarının değerlerini ise,
‘’folklorik’’ malzeme derecesine indirgedi. Bugün ‘’globalleşme’’ adı altında
yürüttükleri her türlü faaliyetin adı yeni emperyalizmdir. Bununla güçlü bir
şekilde mücadele etmenin ilk koşulu, kalbin sesine kulak vermektir ve her
alanda çok çalışmaktır.