Sanıyorum son zamanlarda kulak vermemiz gereken en öncelikli nebevi uyarılardan biri de şu olsa gerek…
“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır. Sade hayat sürmek imandandır.’’ (Ebu Davud, İbn-i Mace)
Sade yaşam iman bağlamında değerlendiriliyor…
Din sadece kul ile Allah arasında özel bir alan değil, hayatın tüm ünitelerine yönelik Rabbani bir disiplinidir…
İslami öğreti farklı bir yaşam tarzı, yeni bir dünya görüşü, hayatı ilahi ilkelerle tanımlayan bir sistem sunuyor…
Evet, referansı Allah olan bir hayat modeli…
Tek belirleyicinin ekonomi olduğu günümüz dünyasına İslam’ın itirazı var…
Ekonominin dinselleştirildiği, tüketim kültürünün sınır tanımayan çılgınlığı karşısında insanımız savunmasız… Ve kaygı verici bir savrulma ile karşı karşıya… Tüm İslami ve insani değerler ve duygular tükeniyor...
İnsanın sadelik, safvet ve samimiyeti sulanıyor...
Lüks, israf, şatafat, şaşaa, debdebe, ihtişam, konfor, gösteriş, görkem insanlığın güzel erdemlerini birer birer toprağa gömüyor…
İslam’ın sade yaşam öğretisi, kanaat ekonomi önerisi insanı itidalde tutan fıtri bir sistemdir…
Bu modelin merkezinde Allah ve Ahiret vardır… Ahiret öncelikli bir yaşam dengesi söz konusudur…
Eşyaya, maddeye, metaya, doğaya bakış emanet bilinci ile şekillenir…
Sade yaşamın temel şifresi şudur: İhtiraslar değil ihtiyaçlar konuşur…
Gösterişsiz, karışıksız, katkısız, süsü, gösterisi olmayan yalın, tekellüfsüz, anlayışsız, arınmış bir hayat hedeflenir…
Sade yaşamı ile stressiz, sükûnet, suhulet, sürur içeren bir gelecek tasavvuru şekillenir…
Dolayısıyla sade yaşamda karar kılanın kendisi ile barışık… Rabbi ile barışık… Toplum ile barışık olduğu görülür…
Bir hususu netleştirmek durumundayız… Sade yaşamak hayattan kopmak değildir… Miskin, münzevi, mistik, pasif, pısırık, tembel, uyuşuk, asalak bir pozisyona düşmek hiç değildir…
Sade hayat, fazlalıkları olabildiğince attığımız anlamlı hayattır...
Gereksiz yükler bizi yorar, aşırı yoğunluklar bizi dağıtır, karmaşıklıklar hedefi bulmamızı zorlaştırır…
Her fırsatta bize gereksiz şeyler dayatılıyor, önümüze hep yeni şeyler sürülüyor… Aslında bizi hiç ilgilendirmeyen bir yığın malumat, mefruşat, mevzuat baskısı altındayız… Çünkü seçici olmuyoruz, sade bir hayatta karar kılmıyoruz... Doğal davranmıyoruz… Dünya sisteminin dümen suyundan çıkmıyoruz…
Mesafe koymamız gereken işler, kişiler, kabuller, kurallar, alışkanlıklar var… Tavır almamız gereken tüketim kalemleri var… Tepki vermemiz gereken tutumlar, durumlar var… Bunu başarırsak rahatlarız…
Hayatı, hayatı vereni işaret ettiği kıvamda tutarsak kazanırız…
Aksi takdirde kendimize kötülük yapmış oluruz…
Yoğun meşguliyetler, bitmek bilmeyen mesailer, sınır tanımayan hırslar, hevesler, arzular… Bu aşırı efor hayra alamet değil.
Tempoyu düşürebilirsek kendimize ve Rabbimize daha fazla vakit ayırabileceğiz…
Kısır döngülerin, fasit dairelerin biteceği yok… Amaçsız bir koşuşturmanın girdabındayız… Evet, amaçsızlık insanın bataklığıdır…
Karun kompleksi, konfor hırsı insanı çürütüyor…
Yaşamı kolaylaştırmak, yükü hafifletmek zorundayız… Bunun yolu ise sadelik ve tevazudur…
Kanaatkâr, mütevazı, müttaki şahitlere ihtiyacımız var…
Hayatı sadeleştirmek, yaşamı küçültmek, daraltmak değil, tam aksine derinleştirmek ve çok boyutlu zenginleştirmektir…
Yaşam enerjimizi gereksiz alanlarda tüketmekten sakınıp anlamlı hayatlara yatırım yapmaktır…
Ruhumuzu yoran, ömrümüzü tüketen, zihnimizi çöplüğe dönüştüren atıkları acilen atmamız gerekiyor… Çok yönlü bir arınma eylemini başlatmamız icap ediyor…
Başkalarının oluşturduğu gündemlerle kendimizi yormanın anlamı yok…
Doğal olan, doğru olan fıtrata dönmektir… Özgün olmaktır…
Tüketim kültürünün tutsaklığından azad olup, gerçek anlamda özgür olmaktır…
Çoğu zaman yakınırız… Yoğunluktan, yorgunluktan, işlerin yetişmemesinden, vaktin darlığından, hayatın bereketsizliğinden…
İşin doğrusu nedir peki? ‘’Kendim ettim, kendim buldum’’ değil midir?
Sorun zamanın yetmezliği değil, önceliklerimizi doğru belirleyemeyişimiz…
Yorgun, uyuşuk, bulanık zihinlerle hayatı okumaya, dokumaya çalışıyoruz…
Bizi duraksatan, aşağı çeken bağlardan, bağlantılardan, alışkanlıklardan, arkadaşlardan uzaklaşmalıyız, yüce ideallere yol almalıyız…
Yüce İslam sefalet değil sadelik dinidir…
Nebevi gerçeklik bize şunu söylüyor: Ne dünyayı sırtlamak ne de sırtını dönmek…
Özellikle dünya sınavımızı ciddiye almak… Sınırlı ve sonlu dünya hayatında sonsuz güzellikleri hedeflemek… Sahip olmak güdüsü ile değil şahit olma şuuru ile sefere odaklanmak…
Bu hedefe yürürken…
Sade ol…
Sakin ol…
Sahici ol.
Sabitkadem ol…
Ve hep seferde ol….