İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik yeniden başlattığı hava saldırıları çatışmanın yalnızca askeri bir boyuttan ibaret olmadığını aynı zamanda Filistin halkının varoluş mücadelesinin bir yansıması olduğunu ortaya koymaktadır. 17 Ocak 2025’te ABD, Mısır ve Katar arabuluculuğunda sağlanan ateşkesin iki ay gibi kısa bir sürede bozulmasıyla ve İsrail’in “Gurur ve Kılıç” operasyonu ile İssam el-Dalis, Ahmed el-Hatta, Mahmud Ebu Vefta ve Behcet Ebu Sultan gibi Filistin hükümetinin kilit aktörlerinin hedef alarak suikastla şehit etmesiyle sonuçlanmıştır.

Resmi verilere göre, bu operasyon 400’ün üzerinde Filistinlinin yaşamını yitirmesine ve yüzlercesinin yaralanmasına yol açmıştır. Saldırılar halen devam etmektedir. Hamas, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu bu trajedinin doğrudan sorumlusu olarak itham ederken, Filistin direnişi kayıplara rağmen iradesini koruma kapasitesini bir kez daha kanıtlamıştır.

İsrail’in ateşkesi ihlal ederek askeri operasyonlara geri dönmesi, Netanyahu’nun iç politik krizlerini yönetme ve aşırı sağ koalisyonunu konsolide etme stratejisinin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Üç aşamalı bir uygulama öngören ateşkes anlaşması İsrail’in yaklaşık 1.000 ihlali ve insani yardım girişlerini sistematik olarak engellemesiyle zaten işlevsiz hale gelmişti. Netanyahu’nun “tam zafer” söylemi, yalnızca Gazze’yi değil, bölgesel bir “yedi cepheli savaş” perspektifiyle Ortadoğu’yu hegemonik bir kaosa sürükleme arzusunu yansıtmaktadır. Ancak bu hamle Hamas’ı zayıflatmaktan ziyade Filistin direnişinin dayanıklılığını pekiştiren bir katalizör işlevi görmüştür.

Hedef alınan liderler Gazze’nin idari ve güvenlik mimarisinin temel taşlarını oluşturmaktaydı. İssam el-Dalis, Hükümet Takip Komitesi’nin başkanı olarak toplumsal koordinasyonu sağlarken Mahmud Ebu Vefta iç güvenlik mekanizmalarının operasyonel sürekliliğinde kritik bir rol üstlenmişti. Ahmed el-Hatta adalet sisteminin kurumsal temsilcisi olarak, Behcet Ebu Sultan ise İç Güvenlik Servisi’nin lideri olarak Gazze’nin direnç kapasitesini güçlendiren aktörlerdi. İsrail’in bu figürleri elimine etme stratejisi direnişi liderlikten yoksun bırakmayı amaçlasa da Filistin toplumunun direnişi bu girişimi etkisiz kılmıştır. Hamas’ın va Gazze halkının direnişi tercih ettiği açıkça ortadadır.

İsrail’in operasyonel başarısı ateşkes sonrası oluşan geçici bir rehavet ve gelişmiş istihbarat teknolojilerinin (örneğin termal kameralı İHA’lar ve kamufle casusluk cihazları) etkin kullanımıyla ilişkilendirilebilir. Ancak bu başarı sürdürülebilir bir stratejik üstünlükten ziyade konjonktürel bir avantajı yansıtmaktadır. Filistin direnişi, teknolojik asimetriye rağmen adaptif kapasitesi ve taktiksel esnekliğiyle bu tehdide yanıt üretme potansiyelini korumaktadır. Ateşkes dönemindeki güvenlik protokollerindeki gevşeme önemli bir operasyonel ders sunmuş; bu bağlamda, Gazze’nin gelecekteki hazırlık süreçleri bu tür zafiyetlerin minimize edilmesine odaklanacaktır.

Netanyahu’nun iç politik rakiplerini tasfiye etme ve Şin Bet gibi kurumları sindirme girişimleri İsrail’in kurumsal istikrarını erozyona uğratmaktadır. Ateşkesin bitmesi Netanyahu’nun liderlik meşruiyetine de bir darbe vurma potansiyeli taşımaktadır. Filistin direnişi bu kaotik konjonktürde rasyonel bir duruş sergileyerek İsrail’in stratejik vizyon eksikliğini deşifre etmiştir.

Gazze, varoluşsal bir direnç sergileyerek ayakta kalmakta; İsrail ise kendi inşa ettiği hegemonik krizin girdabında zayıflamaktadır. Bu çatışma Filistin’in adalet mücadelesinin zaferini tarihe kazıyacak bir dönüm noktasıdır. Küresel toplum bu hakikati tanımalı ve Gazze’nin meşru davasına her şekilde destek sunmalıdır.