Afrika tarihi iki büyük yayılma dalgasına sahne oldu. Bunlardan ilki, 7. yüzyıldan itibaren İslam'ın ticaret ve ilim merkezleri üzerinden Afrika’nın kuzey ve batısına yayılması; ikincisi ise 15. yüzyıldan itibaren Avrupalı güçlerin kıtanın batı kıyılarından başlayarak iç bölgelere ilerleyişi ve buraların sömürgeleştirilmesidir. Bu iki hareket sadece zamansal değil, aynı zamanda coğrafi rotaları, yöntemleri ve kıtanın bugünkü sosyo-politik yapısına etkileri bakımından da büyük farklılıklar göstermiştir.

İslam’ın Afrika’ya Yayılışı: Sahra’yı Geçmek, Ormanlara Ulaşmak

İslam’ın Afrika'ya yayılışı fiziksel fetih yerine ticaret, sufi hareketler ve medrese ağları üzerinden gerçekleşmiştir. Erken dönemde deve kervanları sayesinde Sahra Çölü aşılmış ve trans-Sahra ticaret yolları üzerinden Sahel bölgesine ulaşılmıştır. Bu ticaret yolları üzerinde Timbuktu, Gao, Kano gibi ticaret merkezleri kuruldu ve buralar aynı zamanda ilim ve ırşad noktaları haline geldi. Ancak Sahel kuşağının ötesine geçiş hızlı olmadı.

Bunun sebeplerinden biri tropikal kuşağın yoğun ormanlar, bataklık alanlar ve bulaşıcı hastalıklar nedeniyle geçişin zor olmasıydı. Sıtma ve sarıhumma gibi hastalıklar Arap ve Berberi tüccarların daha güneyi keşfetmelerini sınırlandırdı. Ayrıca orman bölgelerinde büyük ticaret merkezlerinin olmaması İslam'ın yayılma hızını azaltan bir faktördü. Doğu Afrika’da İslam Svahili kıyıları boyunca yayılmış, Zanzibar, Mogadişu, Kilwa gibi şehirlerde köklü bir varlık oluşturmuştur. Ancak tüm bunlara rağmen ekvatoral orman kuşağına derinlemesine girilememiştir.

Batı Sömürgeci Yayılımı: Misyonerlikten Silahlı Fetihlere

Avrupalıların Afrika'ya yayılımı 15. yüzyılda Atlantik kıyıları boyunca ticaret noktaları kurmaları ile başlamıştır. Portekizliler, ilk olarak Gine Körfezi ve Angola kıyılarında yerleşik merkezler oluşturmuş; fakat 19. yüzyıl sonuna kadar iç bölgelere yayılmakta zorlanmışlardır. 19. yüzyıldan itibaren David Livingstone ve misyoner-kaşifler Batı'ya Afrika'nın iç bölgelerini misyonerlik ve medenileştirme yoluyla kolayca ele geçirilebilecek alanlar olarak pazarladılar. Ancak Berlin Konferansı (1884-85) sonrasında bu yayılım tamamen askerî ve ekonomik bir projeye dönüştü.

Batı, misyoner okullarının ardından ticari merkezleri, onun ardından askeri müdahaleleri ve en sonunda sömürge devletlerini getirdi. Yani Hristiyanlığın yayılmasının bir adım sonrası genellikle siyasi fetih oldu.

Yayılma Biçimi, Haritalar ve Miras

Afrika'daki İslam ve Batı yayılma süreçleri arasındaki en temel fark birinin ticaret ve kültür yoluyla diğerinin ise zorunlu dönüştürme ve silahlı işgallerle ilerlemesi olmuştur. Haritaların da gösterdiği gibi, İslam kuzeyden güneye tedrici bir şekilde yayılırken Batı sömürgeciliği Atlantik kıyılarından yayılan bir işgal mekanizması halini almıştır.

Afrika kıtasındaki İslam yayılması ile Batı’nın sömürgeci yayılımı iki farklı tarihsel “fetih” öyküsü olarak karşımızda durmaktadır. İslam’ın fetihleri çoğu zaman kalplerin ve zihinlerin fethi şeklinde tezahür etmiş; ticaret yolları boyunca şehir şehir, toplum toplum ilerleyen bir kültürel-dinî nüfuz süreci olmuştur. Bu süreçte haritalar çölü aşan kervanların rotalarını, nehir kıyısındaki ilim merkezlerini ve hac yollarını kaydetmiştir. Buna karşılık Batı’nın fetihleri, bayrak ve toprağın fethi şeklinde gerçekleşmiş; haritalara, cetvelle çizilmiş sınırlar ve renkli sömürge blokları olarak yansımıştır.

Coğrafya, İslam’ın Afrika’ya nüfuzunda bir yol arkadaşı iken sömürgecilikte çoğunlukla bir engel ve aşılması gereken bir hedef olarak algılanmıştır. Sahra Çölü’nün kuzey-güney geçitleri trans-Sahra ticaretiyle İslam’ın yollarına dönüşürken; Atlas Okyanusu kıyıları Avrupalıların Afrika’ya açılan kapısı olmuştur. Misyoner keşişin İncil’i ile tüccarın Kur’an’ı Afrika’nın farklı köşelerinde farklı yollar izleyerek bugün kıtanın dini haritasını şekillendirmiştir.

Bugün Afrika’da Müslüman kuzey ile Hristiyan güney arasında hissedilen kültürel çizgi büyük ölçüde bu iki tarihsel yayılmanın eseridir. Aynı şekilde haritalara baktığımızda gördüğümüz düz çizgili sınırlar da sömürge dönemi masa başı anlaşmalarının sonucudur. Bu sınırlar içindeki birçok toplum asırlardır atalarının benimsediği İslam’ı yaşarken; diğerleri misyoner okullarının mirası olan Hristiyanlık ve Avrupa dillerini benimsemiştir. Elbette Afrika bu mirasları edilgen biçimde kabullenmemiş; kendi potasında yeniden yoğurarak özgün sentezler yaratmıştır.

Kıtanın bugünkü sorunlarını ve zenginliklerini anlamak için, İslam’ın barışçıl kervanlarıyla Avrupa’nın zırhlı gemilerinin izlerini aynı anda takip etmek gerekir. Bu iki serüvenin karşılaştırmalı analizi bizlere medeniyetlerin yayılma yöntemleri kadar, gücün ve inancın coğrafyayla imtihanını da öğretmektedir. Afrika’nın hikâyesi haritalar üzerinde sadece sınırlar veya yollar çizmekle kalmayıp o sınırların ve yolların ötesinde insanların hayatlarını nasıl dönüştürdüğünün hikâyesidir. Kıta, geçmişinin bu iki büyük dalgasından aldığı derslerle  bugün kendi rotasını çizmeye devam etmektedir.