Kemalist Totaliter Rejim
Kemalist Rejim, hiç şüphesiz, bir Totaliter Rejimdir; Totaliter Rejimin belli başlı vasıflarını hâiz olarak “Cumhûrî Nizâm”ın tam zıddıdır.
Komünist Sovyet Rejiminin, kendisi için “Halk Demokrasisi” tâbirini kullanması nasıl bir mürâîlik, bir istismâr, bir aldatmaca tezâhürü idiyse, Kemalist Rejimin “Cumhûriyet” tâbiri de öyledir… Kemalist Rejim, aynen Lenin Sovyetler’i, Mao Çin’i, Faşizm İtalya’sı, Nazi Almanya’sında olduğu gibi, Devletle aynîleşmiş tek siyâsî fırkaya istinâd ederek kurulmuş, lâkin, gâlib Devletlerin dayatmasıyle, 1946’dan îtibâren, Tek Fırkalı Totaliter Rejimden Müteaddid Fırkalı Totaliter Rejime istihâle etmiştir. Bu hâl, siyâsî-ictimâî nizâmda bâzı tahavvüllere yol açmışsa da, Rejimin totaliter ve münâfık özü değişmemiştir. Değişmemiştir, çünki Kemalizm yine Resmî İdeolojidir ve Mustafa Kemâl yine “Mâbûd”dur…
Mustafa Kemâl’e tapınış
Dîğerlerinde olduğu gibi Kemalist Totaliter Rejimde de Mutlak Şef, dîğer tâbirle Rejimin “Mâbûd”u, ister fiilen, isterse remzî olarak Sistemin merkezinde yer aldığı, her şey onun etrâfında döndüğü için, bütün dikkatlerin ona çevrilmesi, şahsının başlıca alâka merkezi olması, hakkında bin bir efsâne uydurularak bir tapınış mevzûu yapılması, beklenen bir hâldir.
Hâl böyle olunca, Kemalist Totaliter Rejimin “Ebedî Şef”inin askeriye ve Devlet Adamlığından târih ve dil ilimlerine kadar her sâhada tezâhür eden “dehâsı”, kezâ “kahramanlığı, kurtarıcılığı, insâniyetperverliği, milliyetciliği, Kadın Hakları müdâfiliği, v.s., v.s.” hakkında yoğrulan efsânelerin çapı her geçen gün biraz daha büyüyor, ölüsüne dirisinden daha fazla tapınılıyor, milyonlar her vesîleyle Panteonuna taşınıyor, Devlet Ricâli huzûruna çıkıp hesâb veriyor, ondan tâlimât alıyor, izinden gittiklerine yemînler ediyor, velhâsıl “Ebedî Şef”, tam da Ahmet Emin Yalman’ın ve Cemâatinin memnûniyetle müşâhede ettiği vechiyle ve târihte emsâline nâdiren rastlanır bir şekilde, Anıtkabr’inden, her köşesine nâmını kazıdığı Memleketi idâre etmiye devâm ediyor…
İşbu araştırmamızın 2. Fasl’ında, Kemalist Totaliter Rejimin en önde gelen şahsıyetlerinin Mustafa Kemâl’e tapınış beyânlarından bir hayli nümûne arzedeceğiz. O Fasıl mütâlaa edildiğinde görülecekdir ki Kemalistler, bu sâhada, Leninci, Stalinci, Maocu Komünistlerden hiç de geri kalmamışlardır ve hâlen de geri kalmıyorlar… Hattâ şahısperestlik müddeti ve şiddeti bakımından onları çok geride bırakmışlardır…

Üç “Ebedî Şef” de, mumyalanarak anıtkabirlere konuldu ve “ebedî karârgâhları” sâliklerin ziyâretine açıldı… (1951’de ölen Stalin’in cesedi de mumyalanıp Lenin’in mumyasının yanına konulmuş, 1961’e kadar orada teşhîr edilmişti. Bilâhare, Anıtkabr’in hemen arkasındaki, Komünist şeflere mahsûs mezârlığa nakledildi… -https://fr.wikipedia.org/wiki/Mausol%C3%A9e_de_L%C3%A9nine; 17.11.2024-)
***
4. Alt Fasıl:
Kur’ânî Hükûmet Şekli: Cumhûrî Hükûmet
İşbu Alt Fasıl’da münderic olan metinleri, Birinci Bahs’in kısm-ı âzamı hâric, Kur’ânî Milliyet Telakkîsi ve Irkçılık Sapması kitabımızın (Ankara: Kurtuba Yl., Aralık 2015, 16x24 cm, 470 s.) “Kur’ânî Hilâfet Telakkîsi ve Bu Telakkînin Müşahhas Bir Tezâhürü: Medîne Esâs Kânûnu” başlıklı 8. Faslı’ndan tâdilen naklediyoruz. Birinci Bahs’in esâsı da o kitabda bulunmakla berâber, onu tekrâr kaleme alma ihtiyâcı hissettik.
Mezkûr kitabımız ise, 1984-1985 senelerindeki fikir buhrânımızı tâkîben, 1990’lı senelerin sonlarına kadar yaptığımız, lâkin neşretme imkânı bulamadığımız binlerce sayfalık çalışmalarımızdan küçük bir derleme mâhiyetindedir. Birçok üniversitenin kütübhânelerine ve İlâhiyât Fakültelerine gönderilen, yüzlerce nüshası münevver muhîtlerde dağıtılan mezkûr kitabımız dahi efkârıumûmiyede hiçbir in’ikâs yapmadı, hüsniniyetle tartışılarak fikirlerin inkişâfına katkıda bulunmak gibi bir tâlihe mazhar olamadı…
Mâmâfih, bu kitabımızla alâkalı şöyle hoş bir hâtıramız var:
Kıymetli Târihçi-Yazar Mustafa Armağan, TV5 kanalında Yavuz Bahadıroğlu ile berâber hazırladığı “Derin Târih” programının 9 Ocak 2016 akşamındaki sohbetine bizi de dâvet etmişti. Sohbet mevzûu, Masonluktu. Oraya giderken mezkûr kitabımızdan birkaç nüsha yanımıza almış ve sohbet arasında, birer nüshasını Mustafa Bey ile Yavuz Bey’e hediye etmiştik. Yavuz Bey, hemen kitabın arka kapağındaki tanıtma yazısını okumuş ve: “Altına aynen ben de imzâmı atarım!” demiş, onun bu samîmî tavrı bizi çok mütehassis etmişti. Kitabın arka kapak yazısı şöyledir:
“Önümüzde iki tercîh şıkkı duruyor: Rivâyetçi Zihniyet ve Dirâyetçi Zihniyet…. Tercîhimiz, Dirâyetçi Zihniyettir… Dirâyetçi Zihniyet, yâni Kur’ânî Rûh… Yâni müsbet ilim zihniyet ve usûlüyle hakîkati araştırma… Müsbet ilmin hudûdunu aşan mes’elelerde felsefî tefekkür… Derûnî mes’elelerde de kâmil ahlâkla ve ihlâslı ibâdetle mücehhez olarak yaşanacak tasavvufî hâl… Ve Allâh sevgisiyle kaynaşan engin bir insan sevgisi… İnsana saygı… Günahkârdan değil, günahtan nefret etme… Zulmün her çeşidinden tiksinti… Nefsimizi müdâfaa etmenin hâricinde şiddet kullanmayı red… Kerhen şiddet kullandığımız zaman da, Kur’ânî savaş ahlâk ve hukukuna sıkı sıkıya riâyet… Kat’iyen Makyavelist usûllere tevessül etmemek… Düşman bunlara tevessül etse dahi… Tedhîşçilik yapmamak… Düşman yapsa dahi… Mâsumları dâimâ esirgemek… İsterse düşmanın âile ferdleri olsun… Umûmî kaide olarak, elimizle de, dilimizle de, kalbimizle de şiddeti red… İnsan Hakları Ahlâkını ortak payda yaparak dîni ve dili ne olursa olsun bütün insanlarla dostça yaşamaya, herkesle hoş geçinmeye çalışmak…”
Târihçi-Yazar, Romancı, Fıkra Muharriri Yavuz Bahadıroğlu (Niyazi Birinci; Rize, Hisarlı, Pazar, 20 Haziran 1945 – İstanbul, 21 Ocak 2021, Eyüb Sultan Mihrişâh Vâlide Sultan Külliyesi Hazîresi), pek velûd bir müellif, kibâr, sevimli, hâzâ beyefendi bir güzel insandı. Kendisini muhabbet ve rahmetle yâdediyoruz.
1. Bahis: Rivâyetci Müslümanlık / Dirâyetci Müslümanlık Tefrîk̆i
İslâmın hakîkatinden şüpheye düşerek 1984-1985 senelerinde yaşadığımız fikir buhrânımız ve sonrasında da sürüp giden arayışlarımız, bizi, (“Rivâî / Dirâî Tefsîr” tâbirlerinden mülhem olarak) Rivâyetci (veyâ Rivâî) Müslümanlık / Dirâyetci (veyâ Dirâî) Müslümanlık şeklinde bir tefrîk̆ yapmıya götürdü.
Rivâyetci Müslümanlık
Rivâyetci Müslümanlık, ecdâddan devralınan, doğrusu eğrisi birbirine karışmış an’anevî inanc manzûmesidir ve İskolastik Zihniyetin bir tezâhürüdür. “İskolastik Zihniyetin bir tezâhürüdür”, zîrâ, ana hatlarıyle, efsâneleştirilmiş dînî şahsıyetlerin otoritesine, onların Hz. Peygamber hakkındaki rivâyetlerine ve İslâmın muhtelif cepheleriyle alâkalı tefsîr ve hükümlerine istinâd eder. (“İskolastik Zihniyet”in esâsı, bir otoritenin hakîkat kıstası hâline getirilmesidir…)
Bu Telakkî nezdinde, şahsî tedkîk ve tefekkürle İslâmın hakîkatini kavrayıp ondan günümüzün muhtelif dünyevî-uhrevî mes’eleleri için insicâmlı hâl çâreleri istinbât etmek veyâ ilhâm almak yerine taklîde dayalı îmân mûteberdir. Uzun asırlar zarfında kökleşmiş inanc ve amel şekilleri, sorgulanmadan kabûl edilir ve mümkün mertebe aynen yaşatılmıya çalışılır.
Şu var ki Rivâyetci Müslümanlık, yekpâre bir bütün teşkîl etmez; an’aneye sadâkat ve muâsır dünyâya sadâkat noktainazarlarından büyük bir çeşidlilik arzeder. Tecrübî İlim ve Felsefî Tefekküre mütemâyil bir kanadı, bir adım sonra Dirâyetci Müslümanlıkla buluşur ve Cumhûrî Nizâma sâhib çıkarken, en dogmatik ve fanatik bir kanadı, totaliter, obskürantist, emperyalist, harbperver, hattâ tedhîşçi bir inanc manzûmesi uğrunda Müslümanları seferber etmiye çalışır. Tabiî, hakîkatte, İslâm ile Totalitarizm ve tedhîşçilik aslâ yan yana getirilemiyecek düşünce, inanc ve davranış şekilleri olduğundan, Rivâyetci (An’aneci) Müslümanların bu en müfrit, bu en katı kesimi hakkında aslında kendilerine hiç yakışmıyan “Müslüman” sıfatının kullanılması, sırf kendi bâtıl iddiâlarına nazarandır; yoksa, onların “İslâm”ı, bâzı şeklî benzerliklere rağmen, Kur’ânî Rûha zıd muharref bir İslâmdır…
Rivâyetci Müslümanlığın bu iki haddi arasında, birbirinden şu veyâ bu nisbette farklı neredeyse nâmütenâhî telakkî yer alır…
Velhâsıl, bir Dirâyetci Müslüman için, yanlışlar yanında doğrular da barındıran Rivâyetci İslâmı ceffelkalem reddetmek bahis mevzûu olamaz.