Son yazımda Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat adlı eserinde ‘Seyfi Baba’ adlı şiirinin son kısmından bahsetmiştim. Merhum Akif de sanki bu tür meselelerden dolayı çok içlenmiş. Yani kimseye çok da belli etmeden veya ederek bazı şeyleri kendine dert edinmiş ve yoğun duygulan yaşamıştır.

Akif’in “Ya hamiyyetsiz olaydım ya param olsa idi!” sözlerindeki hamiyet soyut olanı/idealleri, para ise somut olanı/gerçekleri temsil eder.

Elbette Âkif’in duruşu hayranlık uyandıran bir fedakârlık örneğidir. Ama herkesin böyle yaşaması -hele hele normal insanların- kolay değildir. Dengeyi kurmak önemlidir: İdeallerinden tamamen vazgeçmeden, ama hayatın gerçeklerine de gözlerini kapamadan.

 

Soru(n)

Şu sorula bilir: Mehmet Âkif daha mutlu bir hayat sürebilir miydi, yoksa onun doğası böyle bir hayatı mı gerektiriyordu? Hiç şüphesiz O büyük bir idealisti, sıradan insanlar bu yükü taşıyamaz. Büyük başın derdi de büyük olur.

Merhum Akif’i bırakarak meseleye daha makro bir pencereden bakmaya çalışalım.

İdealler ve gerçekler arasında bir makasın olması zihinde bir çelişki, bir iç çatışma, içlenme doğuruyor ve kişiye/topluma büyük maliyet yüklüyorsa üzerinde düşünmeye değer! Bu durumda “gerçek bir sorun” var demektir.

Bu konuda hangi taraf haklı olabilir?

Bu soruya net bir cevap vermek zordur. Çünkü mesele ahlaki idealler ile hayatın gerçekleri arasındaki dengeyi bulmak ile ilgilidir. Büyük idealistler ilkelerinden asla taviz vermeyen, dürüstlüğü ve hamiyet duygusunu her şeyin üstünde tutan bir insanlardır. Onların bakış açısına göre, ahlaki değerleri korumak maddi kazançtan daha önemliydi.

Ancak, hayatın sert gerçekleri de var. İdeallerini tamamen koruyarak yaşamak her zaman mümkün olmayabilir. Yani koşullara göre hareket edip bazen belli sınırlarda esneklik göstermek insanın hayatını kolaylaştırabilir. Çünkü maddi sıkıntılar çekmek sadece kişinin kendisini değil, ailesini ve çevresini de etkileyebilir. Bu nedenle en azında normal insanlar optimizasyon yapabilir.

 

Optimizasyon

İdealler ve gerçekler arasında bir denge kurmak, hayatın birçok alanında karşılaşılan temel bir optimizasyon problemidir. Bu optimizasyon süreci hem bireysel hem de toplumsal düzeyde farklı şekillerde ele alınabilir.

Önce idealin ne olduğunu anlayalım. İdeal (ülkü, mefkûre) insanı duyular dünyasının üstüne yükselten ve hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, yalnızca erişilmesi istenen amaç olarak kalan kılavuz ilke olarak açıklanmaktadır (TDK). Erişilmesi istenen amaçlara her zaman kolayca ulaşılamaz!

Daha yalın olarak idealizm çıkarlardan çok, evrensel ahlak ilkelerinin gözetilmesi gerektiğini savunan ve çokta gerçekçi olmayan iyimserlik anlayışıdır. Önemli kısmı tam olarak gerçekleştirilemeyecek düşüncelerdir.

İdealler, ulaşılmak istenen en yüksek standartları ve değerleri temsil eder. Gerçekler ise mevcut şartları, kısıtlamaları ve sınırlamaları ifade eder. Çoğu zaman, idealler tamamen gerçekleşemez çünkü pratikte ekonomik, sosyal veya fiziksel kısıtlamalar vardır.

Bu iyimserlik halinin gerçekleri fark ederek işlevsel hale getirilmesi gerekir. Optimizasyon (İng. optimization) en uygun duruma getirme; tanımlı bir aralıkta bir problemi çözmeyi başarmadır. Başarı hep idealleri hep de gerçekleri gözeterek yol almaktır. Bu başarılmazsa idealler ve gerçekler arasındaki çatışma çıkar ve manevi-maddi maliyet yüksek olur.

Örnek olarak toplumsal değişimi verebiliriz. Bir birey/toplum eşitlik ve adalet idealini hedefleyebilir. Ancak bu hedefe ulaşmak için kademeli reformlar ve politikalar geliştirmelidir.

Optimizasyonun temel ilkeleri şunlar olabilir: Esneklik, önceliklendirme, gerçekçi adımlar ve alternatif çözümler. İdealler ve gerçekler arasındaki optimizasyon, katı bir taraf seçmek yerine, uyumlu bir denge yaratma sürecidir.

Son söz: Hayatta çok az ak ve kara sorun/çözüm vardır.