Yetmişlik ben…
Rasulullah (sav) buyuruyor:
"Allah, altmış yıl
ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır." (Buhari)
Yetmişine merdiven
dayadım... Takvimden yapraklar düşerken, saç ve sakalıma düşen akları düşünüyorum...
Hey gidi günler! Nereden nereye?
Hayatın güzünde gözlerimin
feri gitti, dizlerimin bağı çözüldü... Hayallerimin tek tek tükenişine tanıklık
ediyorum…
Artık ham hayallerde
değilim, acı gerçeğin eşiğindeyim…
Durup maziyi temaşa
ediyorum... Düşe kalka, acı tatlı, inişli çıkışlı bir yaşamın tüm kesitleri
gözlerimin önünde akıp gidiyor…
Bu gidiş nereye?
Bir ömrün envanterine
bakıyorum... Bilançonun bakiyesine takılı kalıyorum... Yolun sonunda, elde
avuçta ne kaldı?
Ağızların tadını bozan
ölümün soğukluğunu ensemde hissediyorum… Fakat hâlâ hazır değilim... Çoğu gitti
azı kaldı, sonrası için azık lazım... Ben neyin telaşındayım?
Nice ibretler gördüm,
hikmetler duydum, ilahi ikazlara maruz kaldım… Kritik cenderelerden geçtim ama
hâlâ vazgeçemediğim kabahatler, kurtulamadığım kusurlarım var...
Üzerimdeki kul haklarını,
kronikleşen masiyetlerin kıskacı içindeyim...
Bahşedilen bunca imkân ve
ihsanın gereğini yeterince yerine getirememenin vebalini düşünüyorum...
Gafletin gayrete galebe
çalmasından korkuyorum...
Dünyalık hesaplar, hevesler
bir türlü bitmiyor, nefsin doymak bilmiyor... Nefes nefese bir koşuşturmadır,
başını almış gidiyor…
Boş durmuyorum ama
boşluktayım...
Yolun sonunda ‘ya Allah
benden razı değilse!.. Hangi başarı ile teselli bulabilirim?’
Zamanın Sahibi günleri
döndürüp duruyor... Ben nerede duruyorum?
“Geçen geçmiştir”
diyemiyorum… Allah onu ya lehte ya da aleyhte kayda geçirmiştir... Hayatta
kayıt dışı hiçbir şey yoktur… Kendimizi kandırmayalım...
O (cc) unutmaz...O imhal
eder fakat ihmal etmez...
Telef olan günlerime,
tükenen ömrüme hayıflanıyorum...
Anlamsız tartışmalar,
gereksiz gündemlerle zayi olan zamanımıza acıyorum...
Rabbim sayısız fırsat, imkân,
nimet bahşetti... Şükrünü hakkıyla yaptığımdan emin değilim…
Zaman akıp giderken
hayatımın akışına takılı kalıyorum…
Bir ömrün sonunda geriye
sadra şifa olacak bir mektep oluşturamadık... Sonraki kuşaklara bir model
sunamadık...
Güzel bir miras bırakamadık... Dahası ind-i ilahide
kendimizi savunabilecek bir mazeret hazırlayamadık...
Yaşamın cevrü cefası, zevkü
sefası bitmiyor... İnsanların vefasızlığını anlayabilmiş değilim...
Yılların hatibiyim fakat
yarın ağızlara mühür vurulduğu zaman kendimi savunabilecek miyim?
Gitmediğim il kalmadı,
birçok ülkeye seyahatim oldu, hep seferde olmayı tercih ettim... Ancak Sırat’tan
geçebilecek miyim? Emin değilim...
Okullarda, yurtlarda,
medreselerde, gençlik merkezlerinde, vakıf ve derneklerde kitaplarım okundu...
Farklı dillere tercüme edildi...
Şimdi düşünüyorum;
"Oku kitabını. Bugün
sana hesap görücü olarak nefsin yeter."
(İsra, 14) denildiğinde kitabımı yüz akı ile okuyabilecek miyim?
Yaşamaksa hâlâ yaşıyorum...
Dostlar harbiden yaşlanıyorum...
Yaşamın son eşiğinde
anladım ki, yaşlılığım yaşımdan dolayı değil, yaşadıklarımdan dolayı imiş...
Şimdi yarım kalan rüyalarım
var... Bir başka bahara kalan hülyalarım var...
Yürüyorum ama yorgunum...
Ayaklarım beni taşımakta zorlanıyor...
Tüm yaşanmışlıklardan sonra
gördüklerim serap mı, vaha mı emin değilim?
Çok bilinmeyenli bir
denklemin içinde hayatın hasılasını hesap etmeye çalışıyorum...
"Bir garip yolcu
gibi..." yaşama erdemine eremedim...
Şükür ki; Rahmeti gazabını
geçen bir Rabbim var...
Bir ömür boyu insan
biriktirmeye çalıştım... Dost edinme derdine düştüm...
Güzel dostlar, hali pür
melalimi sizlerle paylaştım...
Sizin hakkımdaki
şahitliğinize ihtiyacım var...
Dualarınızla bana destek
vereceğinizi umuyorum...
Son günümde ölüm meleği ile
randevum hangi hâl üzere gerçekleşecek bilmiyorum…
Güzel bir soru ile
bitireyim;
‘’Ölünce beni kim
yıkayacak?’’