Kulluk yürüyüşümüze ve mücadele zeminimize yönelik en ciddi tehditlerden birisi de sanıyorum istikrarsızlıktır…

Kullukta kararlılık, tutarlılık ve devamlılık en güçlü dinamiklerin başında gelir…

İstikrarın en önemli göstergesi ise itidal ve istikamettir…

Uzun soluklu mücadele süreçlerinde insanın kendi iç dünyasından kaynaklı korkular, tutkular, arzular, kaygılar, kuşkular, karamsarlıklar, beklentiler nedeni ile duruşunu ve yürüyüşünü sürdürmesi zorlaşır… Zamanla kopmalar, sapmalar, sinmeler, çözülmeler, dökülmeler ortaya çıkmaya başlar… Yola çıkarken sahip oldukları niyet ve istikametten adım adım uzaklaşarak tanınmaz hale geldikleri görülür…

Evet, niyetler değişir, netlik bozulur, nitelik kaybolur…

Aidiyetlerde aşınmalar, adres değiştirmeler hatta adressizlikte karar kılanlar bile oluşur…

İstikrarsızlık insanımızı tanınmaz hale getirir… Düşüncede, söylemde, eylemde, salih amelde, sahih duruşta, seferde, temel ilkelerde, ahlakta, ailede, davette, davada belirsizlikler, bulanıklıklar, başıboşluklar flu yaşamlara bizi çekiverir…

İstikrarsızlık en başta itibarımızı zedeliyor… İrademizi zaafa uğratıyor… İddia ve ideallerimizi gölgeliyor… İstikbalimizi ıskalıyoruz…

Gelecek adına umut vermekten uzaklaşıyoruz… Ufuk açmaktan ırak, kısırdöngülerden kurtulamıyoruz…

İstikrarsızlığımız istismarcıların elini güçlendiriyor…

İnançlı insanlar olarak ne kadar inandırıcı olabiliyoruz?

Sözlerin güzelini söylüyoruz da sözümüzde ne kadar duruyoruz?

Çelişkilerimiz çağrımızı etkisiz kılıyor, çizgimizi seçilmez hale getiriyor…

Hayatımız adeta hep yarım kalan işler, ulaşılmamış hedefler, gerçekleştirilememiş projeler, yerine getirilememiş vaatler çöplüğüne dönüşüyor…

İstikrarsızlığımız gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını geciktiriyor…

İnandığımız davayı sürdürmek ve sonuna kadar götürmek zorundayız…

Tutarlılığımızla tuttuğumuzu koparırız…

Kararlılığımızla korkuları, karanlıkları, karamsarlıkları ve tüm kötülüklerin kökünü kazıyabiliriz…

Yeter ki kendimize olan özgüveni ve direncimizi kaybetmeyelim… Her devrin değil derdimizin ve davamızın adamı olalım…

Konformizmin kucağında uyuşup kalmayalım…

Gündemler anaforunda kaybolmadan, kendi gündemimize dönmek ve kendi işimize bakmak durumundayız…

Öncelikler sıralamasında tercihlerimizi doğru yapmak zorundayız…

Ana mecradan çıkmadan, tali ve arızi gündemlerde boğulmadan, sefer ve sorumluluk bilinci dirayet ve metanet üzere hedefe odaklanmak dışında seçeneğimiz yok…

Hayatı ertelemeden, mücadeleyi askıya almadan, heyecanımızı körelten saiklerden uzak durarak, adımlarımızı hızlandırmak, saflarımızı sıklaştırmak mecburiyeti altındayız.

Gün gelir üzülebiliriz ama kendimizi dağıtamayız ve de dağılamayız…

Sarsılabiliriz ancak savrulamayız…

Düşebiliriz fakat düştüğümüz yerden kalkabilmeliyiz…

Yenilebiliriz… Çünkü insanız, yenilgi de yengi de bizim için fakat yese düşme hakkımız yok…

Her şeyin kendiliğinden yoluna girmesini beklemeden, bizi bekleyen yürekleri daha fazla bekletmeden, seferde olmanın bedeli her ne ise göze alarak yola koyulmak yükümlülüğü altındayız…

En karanlık günlerde bile günün sonunda sabaha çıkacağımıza, her zorluğun bir kolaylığa gebe olduğunu unutmadan, boğucu, sıkıcı süreçlerden sonra sekinet ve sevincin bir ödül olarak bize sunulacağını bilerek sabrı kuşanalım ve koşalım…

Kaderimize küsmeden, kurtarıcı beklemeden, kendi kıt kanaat imkânlarımızla imtihanımızı verebilme kararlılığını göstermek mecburiyetindeyiz çünkü şahitliğimiz bunu gerektiriyor…

Unutmayalım ki, istikrar için kalbilik, hasbilik, fıtrilik ve harbilik şarttır…

Evet, istikrar ihlas ister…

Şimdi, sonuca takılı kalmadan kaldığımız yerden devam etmek durumundayız… Aramaya, ulaşmaya, dokunmaya devam... Çünkü biz bir devamız…

Devamlılık için müstakim, müstakar, müttaki, mutedil olmak elzem…