Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Aralık 2024

​Telli Kur'an Dedikleri

“Anadolu İrfanı”, yüreklerdeki paslanmış materyali temizleyen bir ilaç gibidir. Yüreklerin yangın yerine bir nehir serinliği verir. Akl-ı selim, zevk-ı selim; bazen Anadolu'nun en ücra köşesinde sessizken ve suskunken ansızın bizi buluverir.

Geçtiğimiz hafta bir Urfa Sıra Gecesinde Sivas'tan gelen bir misafirimiz bağlamayı eline almış ve şu ilginç sözü söylemişti.

“Bizim oralarda bağlamaya “Telli Kur'an” derler.”

Mecliste oturanlardan kimileri bu söze acayip bir şekilde şaşırıp kalmışlardı. Nasıl olur da bu ağaç sapına “Telli Kur’an” denilir diye. Anadolu İrfanı işte buradan başlar. Kadim şehirlerimizde; Urfa’da, Sivas’ta, Erzurum’da dikey ve yatay irfanlar üst üste kalıplaşmış bir halde zuhur eder. Tıpkı yer altındaki madenler gibi bazen altın, bazen, elmas, bazen de petrol olarak karşımıza çıkar.

Çok eski zamanlarda tâ atamız Hz. Âdem’e kadar gidelim. Oradan bir örnek verelim. Hadis kitaplarında Rabbimiz yarattığı kullarına tıpkı çip tarzında beyin (kalb) yerleştirmiş ve bilinmeyi istemiştir, denilmektedir. Terminolojide Kenz-i mahfî tabiri olarak rivayet edilen bu hadisin tamamı şöyledir.

“Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım”

Kutsal kitabımızda anlatılan Hz. İbrahim'in Ay ve Güneşe önce “Rabb’im” deyip, daha sonra da “ben batanları sevmem” demişti. Yüce Rabbimiz sevgili kulu ve peygamberi Hz. İbrahim’in kalbine (beynine) bir çip yerleştirmişti. Nitekim kavmi onunla tartışmaya başladığında. Hz. İbrahim onlara demişti ki: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Demişti. Allah’ın Hz. İbrahim’in kalbine indirdiği bilgi paslanmamış. Ama onun kavminde ona muhalif olanların kalbindeki Allah’ı tanıma bilgileri paslanmıştı.

Orta Asya’dan, Orta Doğu’dan, İran Yaylalarından, Kafkasya’dan, Yemen illerinden Anadolu’ya başlayan göçler bir mozaiğin temaşası olarak günümüze kadar ulaşırken bu kültürel mirasların bir parçası olan dinî inançlar da irfan öğesi olarak Anadolu insanının dimağında yer almıştır. Zira bu olgular, halen dahi Anadolu’da değişik yörelerde diğer sosyal ve kültürel olgularla birlikte organik varlıkları kendilerine doğru yontarak gelişir. Bu bahsettiğimiz ortamlar elbette sözlü kültürün yaygın olduğu yörelerde geçerlidir.

Eski Türklerde Orta Asya’da İslam’dan önce şamanların kopuz ile hakikati anlatması İslam gelirken ve Anadolu’ya yönelirken âşıkların eline sazı-bağlamayı alması aynı şeydir. Ya da İran’da santur adlı müzik aletiyle anlatılan aynı şey değil midir? Bu çalgılar sesiyle, ahengiyle bizi uhrevî âlemlere çağırırken bütün bu göç yollarında değil miydi?

Anadolu'ya İslam gelmeden önce sadece Hristiyanlık yoktu. Yahudilik ve bizim bilmediğimiz diğer yerel dinler de vardı. Bu yerel dinlere ateizm, deizm demiyorum. Çünkü bu Allah'ın yaratılış felsefesine ters bir durumdur. Modernizmin tuttuğu istatistiklerde insanlar ya ateist oluyor ya da fundamentalist. Diğer tabirle aşırı dinci ya da radikal… Postmodernizm bu istatistiğe olumsuz manada yeni bir kavram daha kazandırdı. Bunun adı da “deizm”dir. Hâlbuki deizm, insanlarda mental yorgunluğun sebebidir, daha doğrusu sonucudur. Yani dinler tarihinden haberdar olan insanların ateizm ya da deizm diye tabir edilen bu kavramlardan uzak durduğu öteden beri bilinmektedir.

Bütün bunların ötesinde Anadolu'da dinler ve medeniyetler arkeolojisi sahnesinden şu manzarayı seyredebiliriz. En derin keşifler, en büyük hayranlık anlarında gerçekleşir. Mesela kopuzun bağlamaya dönüşme macerasında izlenen yolu da tıpkı Anadolu insanı kendi zihninde yoğunlaştırmıştır. O zamanlar kopuzla anlatılan hakikat, İslami dönemde tekke ve zaviyelerde sazla-bağlama ile anlatılır olmuş. Kur’an hafızları, hafızasındaki yüce bilgileri unutmamak için müzik makamları keşfederken onlara bir ses ve bir ahenk olarak bağlama yolculuk etmiştir. Bu inşa faaliyeti; tıpkı bir sanatçı gibi, hünerli bir el gibi gerçekleşiyordu. Telli Kur’an tabiri de o zamanlarda doğdu. Şimdi bağlama çalanların ve “Telli Kur’an” tabirini kullananların klasik zamanlarda çoğu Kur’an hafızıydı.

Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’ın deyişleri, tekke ve zaviyelerde yankı bulmuştu. Anlamını Kur’an ayetlerinden alan DEYİŞ ve NEFES’ler dile gelirken onlara eşlik eden bağlamaya Kuran dili anlamında “Telli Kur’an” olarak nitelendirilmesi de bundandır.