Sezai Karakoç, sağlığında bir dost meclisinde şöyle demişti. Bizler, Mehmet Akif Ersoy'un mektebinden mezun olmuşuz, derdi. Onun bizler dediği hiç şüphesiz Yedi Güzel Adam'dan başkası değildi.
Sezai Karakoç, sağlığında bir dost meclisinde şöyle demişti. Bizler, Mehmet Akif Ersoy'un mektebinden mezun olmuşuz, derdi. Onun bizler dediği hiç şüphesiz Yedi Güzel Adam'dan başkası değildi. Karakoç'a göre M. Akif, insanımızın madden ve mânen yeniden canlanması için kültür, edebiyat ve fikir alanında irade görevini ortaya koyan, kendini bu yola adayan bir Doğu kahramanıydı.
Sezai
Karakoç'un Mehmet Akif'i Doğu'nun kahramanı olarak tanıtması anlamlıdır. Bir
dönem “İslam” kelimesinin kullanılması bu coğrafyada yasak idi. Bu nedenle
aydınlarımız
Müslümanlıkla yoğrulan bu topraklarda belli metaforlar
kullanmıştır. Necip Fazıl'ın Büyük Doğu mefkuresi böyle bir şeydi. Cemil
Meriç'in “Işık Doğu'dan Yükselir.” bunu ifade ederdi..
Gerek
mecaz olsun gerek hakikat son bir asırdır hatta iki asra varan bir dönemde
Vahşi Batı mazlum Doğu coğrfayasında soykırıma varan katliamlar yaptı. Bu
nedenle Doğu, Vahşi Batıya bir baş kaldırı metaforu olarak kullanılırken özünde
İslam'ın şifrelerini de taşımaktaydı.
M.Akif, Osmanlı coğrafasında
yaşanan buhran neticesinde Batılı aydınların prototipi gibi olmamış. Büyük
ızdırıplardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmiştir. Mehmet Akif, memleketin her karış toprağını gezerek
halka kurtuluş reçetesini sunmuştur. Bu nedenle onun eserlerinde vücuda gelmiş
edebiyat bereketli bir edebiyattır. Aslında Batı kuramcıları hakikatten
kaçmak için edebiyatla uğraşmışlardır.
Edebiyatı gerçek hayattaki ızdırablardan kaçışın bir yöntemi olarak
kullanmışlardır. Halbuki biz biliyoruz ki edebiyatın yaşatmadığı her savaş
kaybedilmeye mahkumdur.
Bu
yönüyle M.Akif'i cephede değil de cephe gerisinde şiirleriyle,vaazlarıyla halkı
millî mücadeleye çağırmıştır. Aslında Akif, Millî Mücadele'den önce de İngiliz
ve Fransız oyunlarına karşı Arap
aşiretleri ve Kürt aşiretleri arasında gezmiş, onları birlik ve beraberlik
etrafında kenetlenmelerini sağlamıştır.
Sadece bunlar mı? Hayır. Akif, Osmanlı Devleti,
İngilizlere karşı Filistin cephesinde, Necid Çöllerinde mücadele veririken O da Kuşçubaşı Eşref ve
Said-i Nursi ile Hint Müslümanlarını İngiliz saflarından dönmeye de ikna etmiştir. Akif'in bu dönemi Teşkilat-ı
Mahsusa içerisindedir. Yine bu teşkilatın lideri Kuşçubaşı Eşref ve Said-i
Nursi de vardır. Bu üç arkadaş'ın telkiniyle Çerkez Ethem de İstiklal savaşına
girmiştir.
Mehmet
Akif'in bu üç arkadaş ile Necid Çöllerinde Hint Müslümanlarını İngiliz
saflarından dönmeye ikna ettikleri yolculukla başlayan dostluk, onun vefatına
kadar sürmüştür. Bu yolculuk, Akif’in Safahat kitabına da konu olmuştur.
Özellikle Akif ile Kuşçubaşı Eşref
arasındaki mektuplaşmalarda Akif, Kuşçubaşı Eşref'e “Kardeşim, iki gözüm Eşref 'çiğim” gibi
müspet ve samimi ifadelerle hitap etmiştir.
Akif,
Kurtuluş savaşı döneminde kurtuluş reçetesini camiler, kırahathaneler,
kahvehaneler, tekkeler, dergahlar ve
meydanlarda halka sunmuştur. Bu mekanlarda millî mücadeleyi destekleyici
konuşmalar yapmıştır.
Akif bir
şair olarak haksız savaşlara karşı çıkmıştır. Onun şahsında edebiyatçılarımız;
savaştan ziyade emperyalizm karşıtlığında toplanırlar, desek yeridir. Belki
doğru olanı da budur. Savaşa karşı olmak değil, zulme, haksız savaşa,
emperyalizme karşı olmak! Doğru duruş da bu olsa gerektir. Sezai Karakoç'un o
zamanlar için tabiriyle “Doğu'nun” çektiği
zulümler karşısında hem savaşın tahribatı hem de direniş arzusu beraber
yükselir, mazlum coğrafyalarda.
Akif'in
ızdırablarımızla yüzleşmeliyiz deyip koca savaşlarda cephe gerisinde yazdığı
şiirler onun müdavimlerini etkilemiştir. Ankara'da top sesleri yankılanırken o,
Taceddin dergahında kahraman ordumuza epigrafıyla yazdığı İstiklal marşı önce
mecliste mebusları, daha sonra orduya kaydolmak için gelen ve meclis önünde
bekleyen gençleri Allah Allah
naralarıyla coşturmuştur. Yine onun Çanakkale Zaferi ilan edildiği gün yazdığı
Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri bu gün İsrail İşgali altında olan Filistin
şehri Hayfa'da yazılmıştır.
Hal
böyleyken Akif'in yolunda gidenler başta
Sezai Karakoç ve arkadaşları da
Servetifünuncular gibi ızdırablardan kaçış yerine ızdırablarla müzadele
etmiştir. Mesela Erdem Beyazıt, Ruslar Afganistan'ı işgale başladığında İpek yolundan Afganistan'a doğru bir seyahat
gerçekleştirir. Onun “Sürüp Gelen Çağlardan şiiri ızdırabın en somut yönüyle
anlatır.
“Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım
Kudüs'te Mescid-i Aksa'da
Belki bir batı karanlığında Topkapı'da
Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini” Erdem
Bayazıt, Sürüp Gelen Çağlardan
Cahit Zarifoğlu, “Daralan
Vakitler” şiirini 80'li yıllarda
Beyrut, Kudüs, Filistin, Hama, Humus
zalimler tarafından hunharca bomabalanırken yazılmıştı.
Bugün yine tarih tekerrür ediyor. Gerçi Suriyedeki buruk bir zaferi var
Müslümanların.Akif ne diyordu.
“Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret
alınsaydı, tekerrür mü ederdi tarih?” demişti.
Daralan
Vakitler; Beyrut, Filistin, Kudüstür.
Toprakları işgal edilen, ağır bombalar yağdırlan, günahsız çocukların ve masum
insanların öldürüldüğü islam yurdu ve Müslümanların yaşadığı dramı dile
getiriyordu. Şair, İsrail ve siyonizm’in zulmüne isyanını haykırıyor. Yaşanılan
bu vahşi zulme dünyanın duyarsızlığına dikkat çekiyordu.
Sezai
Karakoç ise “Ötesini Söylemeyeceğim” şiiriyle, Tunus Kurtuluş
Mücadelesi’ni bir çocuğun ağzından
etkili şekilde anlatıyordu Fransa emperyalizmine karşı.
Mehmet
Akif’in şiirleri baştan ayağa Batı emperyalizmine bir isyanı taşırken onun yol
arkadaşları aynı ses tonuyla onu
takip etmektedir.