Değişimden Kaçınmanın Bedeli...
"Şu eski adresini değiştir artık
On yıldır
bilgeliğini tüketti"
Şairler böyledir işte... Gün gelir kimselerin diyemediğini
muhatabının yüzüne haykırır ki, ucunda ölüm bile olsa. Gün gelir uzun uzun
cümlelerle ifade edilemeyecek olanı, iki mısrada deyiverir. Mısraın haysiyeti
ruhuna sirayet etmiştir ve söyleyeceklerini, hesap kitap yapmadan, gerekli
olduğuna, mutlak söylenmesi gerektiğine inanarak söyler. Bu söyleyiş, kendinden
sonraya bir ses bırakmak, âleme bir "avaze" salmak içindir de aynı
zamanda. Sözü dolaştırmadan, eveleyip gevelemeden, diyeceğini der şair. Ve
bilir ki; mısraın yankısı asırlar sonrasında bile duyulur, bir kurşunun sesi
ise ancak atıldığı zaman...
Kıvrılıp açılan bir zihnin işaret ettikleridir mısraa
dönüştürülenler... Düşünce potasında eritilmiş, aşk potasında acıyla, sızıyla
karılmış ve nice bir demden sonra mısra haline gelmiş ve muhatabına denilmiştir.
Taştan ağır, çelikten sağlam, pamuktan yumuşaktır. Manadaki derinliği anlayıp
hissedebilenlere, her okunduğunda başka bir şey anlatır. Ruhundaki acılardan
süzülen bir hayalin ardından senelerce gözyaşı döken ve umudun şaşırtan
aldatmacılığına kapılan şair, yüz yıllar geçse de unutulmayacak mısralarla
zamana şerh düşer.
İşte şair Cemal Süreya da yukarıya aldığımız iki mısrada anlatmak
istedikleriyle, böyle bir görevi yerine getiriyor. Kime dediği değil de ne
dediği önemli elbette ki. "On yıldır bilgeliğini tüketen şu eski adresini
değiştir." diye seslenerek, onu (ve tabii başkalarını da) uyarıyor. Aynı
noktada sayıp, aynı yerde bekleyip, yıllar geçse de hep aynı sözleri
tekrarlayanlara, çağın ve insanın değiştiğini, bu değişikliklere karşı yeni
düşünceler, yeni çareler, yeni çözümler üretmeleri gerektiğini hatırlatıyor bu
iki mısrayla.
Fakat, Ionesco'nun dikkat çektiği üzere,
"gergedanlaştıktan sonra, gergedanlaştığımızın bilincine varamayız.";
çünkü artık çok geçtir...
Halbuki, kendisini eleştirenlerin de haklı olabileceğini
düşünmelidir insan. Onlardan alınabilecek bazı derslerin olabileceğini de kabul
etmelidir kişi.
Ne var ki, durum bir bilgenin (Konfüçyüs) söylediği gibi
olmuştur çoğu zaman:"Her şey boşuna! Hatalı olduğunu gördüğü halde
kendisine karşı davacı kesilen birine rastlamadım." Hele de biz ve bize
benzeyen ülkelerde bu söz, müthiş bir şekilde geçerliliğini koruyor.
Yine bir başka sözünde; millet olarak yıllardır yaşadığımız
sıkıntıların en önemli sebeplerinden birini ortaya koyuyor: " Eski
bilgileri yeniden gözden geçirip yeni bilgiler edinen kişidir ancak başkalarına
öğretmenlik yapacak olan." Bizse, eskinin yerine yeni şeyler koymamakta,
eskiyi değiştirip dönüştürmemekte ısrarlıyız ve eski bilgilerimizle, yeni
hayatı yönetmeye devam ederiz.
İnsan davranışları üzerine çalışan ve elde ettiklerini
kitlelerle paylaşan Doğan Cüceloğlu, "insanların değişimden niçin
kaçındıklarını" soran gazeteciye şu cevabı veriyor:
"Değişime kalktığınız andan itibaren şimdiki
rahatlık çemberinizle olmaz. Mutlaka rahatlık çemberinin dışına çıkmanız
gerekiyor. Bu rahatlık çemberinin dışına çıktığınız anda gerginleşiyorsunuz,
eski alışkanlıklarınızla karşı karşıya geliyorsunuz (Burada şairin,
"Alışkanlık aşktan kötüdür." sözünü hatırlayın. Hem zaten birileri,
yerimi koruyamam düşüncesiyle, değişimi tehlike olarak görmektedir. İ.B.)
Onun için önce evvelki bildiğiniz alışkanlıkları unutmanız gerekecek. Yeniden
bir gayret sarf ederek, yeni alışkanlıkları yerine koyacaksınız ve öğrenmenin
dört adımından geçeceksiniz. Sırf zihinsel ise, bence olmuyor. Mutlaka
insanın gönlünü, yüreğini, vicdanını işin içine katan bir cevap olması lâzım
ki, o sıkıntılardan geçebilsin. Eğer değişimin kaynağı başkasına hoş
görünmek, başkası tarafından takdir edilmek ise, o takdir kaynağı ortadan
kaybolunca değişim de durur."
Şimdi düşünelim; bir mecburiyet olmadan, bir menfaat elde
etme gayesi gütmeden, öğrenmeye ve değişime katkıda bulunmaya çalışmak, bizim
ülkemizde normal karşılanan bir durum mudur? Okumuşlarımızın, üniversite
tahsili yapmışlarımızın kitaba, gazeteye, dergiye gösterdikleri ilginin
yıllardır aynı noktada kalması ve hatta azalması, utanılacak bir hâl değilde
nedir? Bunları yapmadığımız takdirde; eğitilmiş, bilgi ve bilinçle donanmış bir
toplum haline gelmeyi nasıl umut edebiliriz? İyiyi, doğruyu ve güzeli
seçebilmenin yolu öğrenmekten geçmesine rağmen, öğrenmeden geçirdiği zaman için
yanan kaç kişi var içimizde? Yine büyük bilgeye, Konfüçyüs’e verelim sözü: "Bütün
günü yiyeceksiz, geceyi de düşünerek, gözüme uyku girmeden geçirdim; hiçbir
yararı olmadı. En iyisi, insan bir şeyler öğrenmeli."
Öğrenmezsek değişemeyiz, öğrenmezsek aynı adreste daha
senelerce bekleriz ve elimizdekileri işte böyle tüketiriz.