Çok şey değil bir şey...
Bir yerden başlamalıyız…
Bir şeyler yapmalıyız…
Daha fazla gecikmeden, geçiştirmeden, gevşemeden,
gevelemeden, görmemezlikten gelmeden…
Umursamazlık aymazlığına kapılmadan, vurdumduymazlık
duyarsızlığına düşmeden, uyuşukluk ve umutsuzluk girdabına girmeden…
Ertelemeden elimizden geleni mutlaka yapmalıyız…
Olmazları “Ol” emri ile olduranın emri gereği, hep
işin olurunda olmalıyız… Yaşama olumlu bakmalıyız…. Yeter ki gözümüz oyunda
oynaşta olmasın… Olur mu olur!
Hele bir yola düşelim, yolun açık olduğunu göreceğiz…
Her yola çıkmanın menzile varamayacağı ihtimalini de
göz önünde bulundurarak, ancak yola çıkmadan da asla menzile varılamayacağı
bilinci ile yürüyeceğiz…
Varmadan önce yolda olmayı dert edinerek yola
yoğunlaşacağız…
Her birimiz; “Ben kimim ve benim yaptığımla ne
değişecek” tuzağına düşmeden teyakkuzda
olacağız…
Bugün kulluk ve hareket zeminimizi tehdit eden iki
tehlikeden bahsedebiliriz:
Bir; “Benden geçti” diyenin tükenmişliği…
İki; “Vay be,
ben neymişim!” diyenin kibri…
Evet, “Benden ne köy olur ne de kasaba” “Ben bir
hiçim” şuursuzluğu nasıl bir maraz ise “Ben olmasam bu işler yürümez”, “Ben
büyük projelerin adamıyım”, “Klasıma
uygun rol isterim” havası ile burun kıvıranların taşıdıkları illet az sıkıntı
vermiyor…
Bu durumda analiz yapmak yerine şunu dememiz
gerekmiyor mu?
“Bu taşın altına elimi koymazsam benim ne anlamım
kalır ki?”
Ne mi yapacağız?
Nemrud’un
ateşine su taşıyan karınca misali gücümüz neye yetiyor, elimizden ne
geliyorsa onu…
Azına çoğuna bakmadan… İleri geri konuşanlara aldırmadan…
Kınayanların kınamasına takılmadan… Hasbi bir gönülle
yapacağız görevlerimizi… Yola çıkacağız ve arkamıza bakmadan yürüyeceğiz
yarınlara…
Oturup seyretmeye razı olmadan… İşin içinden sıyrılma
kurnazlığına kaçmadan… Sorumluluğu başkasına yıkma kolaylığına tenezzül etmeden
bir şeyler yapmaya teşebbüs edeceğiz…
“Acaba” lara, “ama”lara,”nasıl”lara takılı kalmadan
küçük çaplı da olsa katkımızı esirgemeyeceğiz…
Biz, bırakıp gitmişlerden, usanıp bırakmışlardan,
yorulup yıkılmışlardan, içi geçmişlerden,
kendisi olmaktan uzaklaşmışlardan olamayız… Çünkü biz Müslümanız yani
mükellefiz…
Müslüman, Müslüman kaldıkça mutlaka bir şeyler
yapmalıdır… “İki günü denk geçenin
ziyanda olduğu” bilinci ile hareket etmelidir… Yarınlarda kurtuluş akçesi,
ahiret bohçası, zor geçitlerin azığı olacak bir şeyler hazırlamalıyız…
Biz varız ve buradayız demeliyiz…
Yapacağımız işin çapı, sikleti, ebadı, adedi,
tonajı rakamı önemli değil… İlahi
ölçekte neye tekabül ettiğine biz bakalım…
Çok şeylere değinmek istemiyorum… En azından bir iş,
bir eylem üzere olabilelim… Sadra şifa olacak, salih amel kapsamına girecek,
kulluk standartlarına uygun düşecek bir şey olsun… İlahi hoşnutluğu
hedefleyecek gösteri malzemesi olmayacak bir şey…
Şerefli yazıcıları memnun edecek, şeytanı üzecek bir
şeyler olsun yeter ki…
Her ne
yapacaksak, hemen, şimdi burada olmalıdır… Çünkü mazur değiliz… Malul değiliz…
Mahrum değiliz…
Ne olacaksa olsun!
Bir ses ol… Bir nefes ol… Bir umut ol… Bir uyaran ol…
Bir uyandıran ol… Bir öğüt ol… Bir örnek ol… Bir soran ol… Bir çözen ol… Bir
gönül ol… Bir başlayan ol bitiremezsen bile… Bir sorgulayan ol… Bir affeden ol…
Bir af dileyen ol… Bir dertlenen ol…
Önce niyet sonra gayret…
Bir mum yakarak, bir fidan dikerek, yoldaki dikeni
kaldırarak, yarım hurma vererek, bir taş atarak yol alabilirsin…
Ötekiler için, öte dünya için yapacaklarını ötelemeden
hemen başla…
Bazen bir selam, bir sohbet, bir secde, bir dua, bir
tebessüm, bir telefon, bir teşekkür dünyalara bedel değil mi?
Şimdi yeniden “Bismillah” diyerek, doğrulmak vakti!