Dünyada kapitalizmin, emparyalizmin ve siyonizmin
getirdiği olumsuz rüzgarlar dönemi, büyük yeniden yapılanma “Great Reset” ile yerini yeni bir dünya
düzenine bırakmaya hazırlanıyor. 1944’te Beretton Woods’ta kurulan dünya düzeni
bir asra yakı bir süredir işleyegeldi. Bu süre zarfında klasik dönemin kuvvete dayalı sömürge sistemi, yerini
küreselleşme adı altında hukuka dayalı bir sömürü sistemine bıraktı.
Ancak, insanlığın bir grup küresel elit tarafından bu sistemde daha fazla sömürülmesi
yerine, güç dengelerinin değiştirilmesi girişimleri devam ediyor.
Değişim her zaman sancılı olur, dünya üzerindeki pek
çok ülke ekonomilerinde de insanları bu değişime hazırlıyorlar. Zira, kimse rahat yatağında yatarken değişim
peşinde koşmuyor, tarih buna şahit olmuştur. O kadar ki, bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın denilecek seviyede aymazlık, vurdumduymazlık
örnekleri görülmüştür.
Pek çok ülkede bu değişime hazırlıktan kaynaklı
sorunlar yaşanıyor, görülen o ki, bu sancılı süreç bir süre daha yaşanmaya
devam edilecek. Ancak kesin olan bir şey var ki, bazı ülkeler kaynak kullanımında verimliliği, kamu
harcamalarında açıklık ve şeffaflığı, gelir dağılımında adaleti belirli
ölçüde sağladığı veya kaynak zenginliğine
sahip olduğu için küresel krizden daha az etkileniyor. Ancak küresel oyunun
bazı oyuncakları ise seçim görünümlü atamalarla iş başına getirilmiş
küreselcilerin ülke müdürleri vasıtası ile yönetiliyor. Ülke müdürleri ülkenin
kaynaklarının rantını bu elitlere aktarmakla görevli kişiler aslında. Bu rantı,
doğal kaynaklara erişim
yanında para ve sermaye piyasalarında
hareket kabiliyeti ile verdikleri gibi kamunun yatırımlarına finansman sunmak (yani, faizle para satmak)
suretiyle sağladıklarını da görüyoruz.
Bu kaynak aktarımı süreci içinde yeni bir oyuna
hazırlık yapmayı başarabilen, halkının refahını sağlayabilen ülkeler dünyanın
geleceğinde stratejik yer sahibi olacaklar. Ancak, bu sürecin en önemli ürünü,
insanlığın insan odaklı, insan fıtratının isterlerine uygun bir medeniyet
ortaya koyabilmesidir. Bu medeniyet
modelini ortaya koyan millet düyanın yeni güç merkezi olmaya adaydır.
Kesin olan bir şey var ki, şahısların hayatında 5-10 yıllar uzun sürelerdir,
devletlerin ve milletlerin hayatında 50 – 100 yıllar kısa sürelerdir. Bu
bedenle devlet aklı ile meselelere bakıp uzun dönemli hedefler ve stratejiler
üreterek bu çok oyunculu, farklı güç dengelerine sahip satranç içinde güçlü bir
yer alabilmek lazımdır.
Bu geçiş sürecindeki sancılar açısından kesin olan
bir şey var ki, dünyanın birçok ülkesinin halkları ciddi sıkıntılar yaşamaya
devam edecek, akşamdan sabaha çıkış beklenmesi hayal olur. Dünya halkları mevcut sistemde refah içinde yaşamaya devam ettiği sürece
yeni bir arayış veya değişim beklentisi içinde olmaz. İnsanların bu değişimi
istemesini sağlamak için ayaktakileri uyarmak ve uyuyanları uyandırmak
gerekiyor. Bunun için gerekli dozda uyarıcı kullanılıyor ve kullanılmaya
devam edilecek.
Kullanılan bu uyarıcılar içindeki ekonomik faktörler,
dünya halklarında önemli birer uyaran görevi görüyorlar. Bu süreç içinde, doğal
olarak, kamu harcamalarının finansmanı da mutlak suretle yapılması gerekiyor.
Özellikle pandemi döneminde oluşan kamu açıklarının finansmanı için enflasyonun
da bir araç olarak da kullanıldığını görüyoruz.
Doğal olarak ekonomilerdeki bu stres halka yansıyor.
İşte bu noktada bir stratejik karar verilmesi lazım. Kesin olan bir şey var ki,
bu süreçte kamu harcamalarının finansmanı tarafında da halka yansıyanlar
olacak. Bu stresi alt ve orta gelir
grubuna mı yansıtacağız, yoksa üst gelir grubuna mı yansıtacağız, bütün mesele
bunda. Türkiye özelinde bakıldığında alt ve orta gelir grubundaki
kişiler zaten belirli ölçüde bu yangından nasibini aldılar, halkımızın hayat
standardı çok ciddi oranda geriledi. Seçim öncesinde oy alabilmek için pek çok
konudaki taleplerin karşılanmasının sonucu olarak bütçede ciddi bir mali yük
oluştu. Bunların, alt gelir grubundan kaynaklı olanlarını zaten alt gelir grubu,
kaşıkla verilip kepçe ile alınması usulü ile bedelini ödedi. Bu aşamada üst
gelir grubundakilerin biraz daha fedakarlıkta bulunmasını beklemek daha yerinde
olacaktır.
Üst gelir grubuna yönelik olarak, kamu
harcamalarının finansmanında bundan sonrası için varlık vergisi türü enstümanlar ile lüks tüketim vergisi gibi enstrümanlara odaklanmak gerekiyor. Bu
bağlamda en kolay ve somut ölçümlenebilecek olan lüks araçların vergilerinin
artırılması, özellikle 2.000 cc ve
üzerindeki araçların vergilerinin artırılması ile başlayarak lüks
tüketim grubundaki harcamaların kamu finansmanına katkı oranını artırmak
gerekir. Gayrımenkulde, ve araçta -aile
fertlerinin kullanımında olanlar dışında- sahip olunan gayrımenkul ve araç
sayısı fazlasının ek vergiye tabi tutulması, altın ve dövizde hareketsiz
duranların vergilendirilmesi ve bunlara benzer nitelikte uygulamalar ile fedakarlığın
denkleştirilmesi daha isabetlidir.