Ekrem İmamoğlu’nun gözaltı süreciyle ilgili tartışmalar alevlenirken, bazı çevrelerden “Neden şimdi?” sorusu yükseliyor. “Eğer bu iddialar doğruysa, AK Parti neden daha önce harekete geçmedi?” sorusu, meşru bir merakın ürünü. Ancak bu soruya cevap ararken, hukuk devleti olmanın gerektirdiği incelikleri ve adaletin işleyişindeki karmaşıklığı göz ardı etmemek gerekiyor.
Yolsuzluk ve terör bağlantılı iddialar, özellikle de İstanbul gibi devasa bir metropolün yönetim süreçlerine dairse, kısa sürede sonuçlandırılamayacak kadar karmaşıktır. Savcılık, suç teşkil eden eylemlerin belgelenmesi, finansal izlerin takibi, tanık ifadelerinin toplanması ve hukuki prosedürlerin eksiksiz tamamlanması için zaman gerektiren titiz bir çalışma yürütür. Örneğin, 17-25 Aralık sürecinde olduğu gibi, aceleyle açılan davaların toplumsal infiale yol açma riski vardır. AK Parti’nin bu kez sürece müdahale etmeyerek yargının bağımsızlığına saygı göstermesi, aslında “geçmiş hatalardan ders alındığının” bir göstergesi.
İmamoğlu’na yönelik iddiaların, belediye kaynaklarının usulsüz kullanımından terör örgütleriyle iletişime kadar geniş bir yelpazede olması, delil toplama sürecini zorunlu olarak uzattı. Özellikle terör bağlantıları gibi ağır suçlamalar, ulusal güvenlik boyutu nedeniyle istihbarat birimlerinin de dahil olduğu çok katmanlı bir inceleme gerektirir. AK Parti’nin “bekleme” tercihi, siyasi değil, hukuki bir mecburiyettir. Zira 2019’da İstanbul seçimlerinin iptali sürecinde yaşanan tartışmalar, hukukun aceleye getirilmemesi gerektiğini acı bir şekilde öğretti.
CHP’nin “Operasyonun zamanlaması siyasi!” iddiası, aslında yargıyı siyasetin gölgesine çekme çabasından ibaret. Oysa Türkiye’de yargı, Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca bağımsızdır ve soruşturmaların başlatılması veya sonuçlandırılmasında siyasi irade değil, deliller belirleyicidir. İmamoğlu’nun CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olmak üzereyken bu sürecin başlaması, “hukuki süreçlerin siyasete endekslendiği” anlamına gelmez. Tam tersine, yargının tarafsızlığını vurgular: Suç iddiaları, makam veya siyasi konumdan bağımsız olarak ele alınır.
AK Parti, 2002’den bu yana yolsuzlukla mücadeleyi en önemli politikalarından biri haline getirdi. Kamu İhale Kanunu’ndan Sayıştay denetimlerine, e-Devlet şeffaflığından yolsuzlukla mücadele eylem planlarına kadar pek çok reforma imza attı. Bu kapsamda, İmamoğlu’na yönelik iddiaların “seçimden önce değil de şimdi” gündeme gelmesi, hükümetin değil, yargının takdiridir. AK Parti, yargının özerkliğine müdahale etmek yerine, sürecin doğal seyrine saygı duymayı tercih etmiştir.
FETÖ’nün 2013’teki kumpas davalarında, “hukuk kisvesi altında” binlerce masum insan hedef alındı. Bugün CHP’nin “siyasi operasyon” naraları, o dönem FETÖ’nün kullandığı retoriği anımsatıyor. Oysa gerçek hukuk devletinde, suç iddiaları siyasi kimliklere göre değil, delillere göre değerlendirilir. İmamoğlu’nun destekçileri, tıpkı 17-25 Aralık’ta yolsuzluk iddialarına maruz kalan AK Parti’lilerin yaptığı gibi, sürecin sonucuna saygı duymalıdır.
Adalet, aceleye gelmez; sabır ve titizlik ister. İmamoğlu’na yönelik operasyonun “zamanlaması” üzerinden siyasi spekülasyon yapmak, hukukun üstünlüğüne yapılan bir haksızlıktır. AK Parti’nin yargıya müdahale etmek yerine sürece saygı göstermesi, demokrasimizin olgunlaştığının kanıtıdır. Unutmamak gerekir, yolsuzluk iddiaları gerçekse, hesap sormak için “doğru zaman” diye bir kavram yoktur; hukuk, zamanın ötesinde bir iradedir.