"Sultan Gelin" i olmaktan onur duyduğum babam Prof. Dr. Ahmet Alper'in aziz hatırasına...
“Sultan Gelin” i olmaktan onur duyduğum babam Prof. Dr. Ahmet Alper’in aziz hatırasına...
Bugün babamın gel geç
baharlara veda edişinin yedinci günü. Onu, onun o vakur yüzündeki muzip
tebessümünü bir daha göremeyecek oluşumun dünya hesabıyla yedinci günü. “Zaman
alıştırır” diyorlar, “gönül soğur”. Ya sol yanımızda, soframızda,önümüzde
açılan boşlukların doldurulamayacak oluşu? Ya teselli için biriken şu kocaman kalabalıkların
artık daha hızlı eriyeceğini içselleştirerek yaşamak…
Baba şemsiyesiymiş
ailenin. Büyük odası, güven duvarıymış. Dua ırmağıymış. Babam hikmet pınarıymış
gönül âlemimizin; dursa da, konuşmasa da ve dâhi sürekli uyusa da etrafına
toplayanımızmış, birbirimize tuttuğumuz aynalarmış. Babam hizmet ve dilek
kapımız, bereketimiz, gölgesinde soluklandığımız çınar ağacımızmış.
Ahmet babamla dünya
yurdunda başlayan yolculuğumuz, yirmi altı sene öncesine, çocukluğumun son
evresi denilecek bir çağa, on beş yaşıma uzanır. Ailesi içinde “İrfan” olarak
anılan o kudretli adam benim ikinci babamsa da ben ilk kız çocuğuydum onun,
zamanla “sultan gelin” hitabına mazhar oldum. Çok küçük yaşlarda aileye
katılmamdan olsa gerek bilinçaltım kayınpederim olarak kodlayamadı babamı. Sert
mizaçlı ama mütebessim, otoriter, disiplinli, zeki; bir o kadar şakacı, muzip,
duygulu, derinlikli… Bilgiye sevdalı, din ve ahlâk hürmetkârı. İlim ehli bir güzide insan,insan güzeli. “Eliyle, diliyle, o da olmazsa kalbiyle
düzeltsin” hadisinin her zümresine dâhil gönül ehli. Onun için darbeci
ideolojilerin, emek katili hürriyet cellatlarının tahakkümü altında inleyenlere
ses olmak adına ASDER’i kurdu. Onun için hayatı boyunca neredehasta ve yaşlı
varsa ayağına gidip tedavi etti, ihtiyaç sahiplerinin kuruşuna tenezzül etmedi;yüzlerce,
binlerce gencin okumasına vesile oldu. Onun için bütün mal ve mülkünü infak ederek
ahir zamanda o, sahabe hayatına yakın bir yerde durdu. Ahmet Babamİstanbul
Askeri Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun olduğu, GATA’da İç Hastalıkları ve
Gastroenteroloji alanında ihtisasını yaparken Kenan Evrenlerin, Süleyman
Demirellerin tedavisini üstlendiği ve GATA Anabilim Dalı başkanlığı yaptığı
hâlde 28 Şubat sürecinin mağduru olmaktan, erken emekliliğe sevk edilmekten
kurtulamadı.Türk İslâm tarihinin ismine 28 Şubat süreci denilen bu kara lekesi
babamın latif gönlünde tamiri mümkün olmayan yaralar açtı. O ise yaralarını
insanlığın maddi-manevi tedavisiyle meşgul olarak onardı. Bugün Kocatepe’ye bakan muayenehanesi pek çok
insan için bir okuma merkezi hâline getirilmişken yapımında öncü rol üstlendiği
İrfaniye Camii de külliye olma yolunda hızla ilerlemekte.
Ahmet Babamla buluşmamız
erkense de onu gerçek manada tanımam bir İstanbul yolculuğuna tekabül etti. Ancak
bu, “yolda tanımak hâlinden” daha başka bir tanışıklıktı. Kendisi yolculukta
yanımda değildi.Bir otobüs dolusu hanımla İstanbul gezisine giderken
yamacımdaki abla beni Dr. Ahmet Alper’in gelini olarak takdim edince büyük bir
coşkunun ortasında kalıverdim. Bu coşku halkalar hâlinde büyüdü ve ben gelini
olduğum bu insan güzelinin birinin babasını tedavi ettiğini, bir diğerinin
kardeşinin hayatını kurtardığını, öbüründen para almadığını, öteden gelen
ablanın tanıdığı gençlere burs verdiğini, hülasa pek çok kişinin hayatına
dokunduğunu öğrendim. İstanbul’a varıncaya dek bu tezahür hiç bitmedi. Anladım
ki Allah’ın seçilmiş, sevgili bir kuluna gelindim. Yine de edebî sahamda onun
gelini, kız çocuğu olduğumu söylemekten hep çekindim. Altmışından sonra Kur’an
Arapçası öğrenen, ömrünün son beş senesine kadar ilmin yaşı olmadığını bize hâl
lisanıyla gösteren babam benim kanalımla bir talep mercii olsun, rahatsız
edilsin istemedim. Zira kapısına gelen birini boş çevirdiği görülmemiştir. Kendimi
kalemimle inşa ederken onun adıyla beslenmekten daima imtina ettim.
Babamın tedavisine son
bir ay hastanede devam edildi. Hekim iradesine emanet edilen tansiyonun,
enfeksiyonun, ateşin, bilinç kaybının, hasar almaya başlayan organların
teslimiyette karar kılmış bir kalple yıkanmaya çalışıldığı, nihâyetinde
Rahman’ın merhametine yol aldığı o günlük zamanlarıbana yeni şeyler de öğretti.
Nice olumsuz, negatif cereyanın içinde son ana dek bir mucizeye inanma savaşı
verdim, bir mucize diledim Rabbimden. Sonra anladım ki toprak beklermiş, yol
beklermiş, güzel amelleri az ötede beklermiş de hastayı; mazisine, hatıralarına
sımsıkı tutunan insan yollamak istemezmiş, ertelemeyi dilermişsevdiklerinin
vuslatını. Kudretten sayılmayacak o minicik ısrarıyla tutarmış, yitip giden
çocukluğunun elinden tutar gibi gönül bağı geliştirdiklerinin elini… Dünyada
bir süre daha kalacak olan o inatçı hüzün, bâki hayatın varlığına iman ettiği
halde arafta durmak pahasına sevdiklerini de arafta tutmak istermiş. 11 Ocak
Cumartesi akşamı ruhu, yaralı kuşlar gibi mecalsiz kalan bedeninden ayrıldı,
sonsuzluğa kanat çırptı, kurtarılamadı babam.Kalbim ancak morgda görünce
aramızda ayrıldığına ikna oldu. Cenazesine binlerce insan katıldı. Babam gideni
mahzun etmemek için kabir başında bir müddet daha beklemeyi adet hâline
getirdiği için pek çok kimse de onun kabrinin başından saatlerce ayrılmadı.
Yağmura eşlik eden Kur’an sesiyle toprağını suladı babamın.
Layıkıyla tanıdığıma
inandığım babamı şimdi bir de cenazesiyle tanıyorum. Her insanda bir öykü
bırakmış, herkesin öyküsünde müşfik bir iz…
Onunla dünya sathındaki
yürüyüşümüz nihayetlendi.Ötelerde yanında bulunmak nasip olur mu bilmem ama biz
kendisinden razı olduk, Allah da razı olsun.
Ruhuna bir Fatiha
niyazıyla…