Dolar (USD)
34.34
Euro (EUR)
36.31
Gram Altın
2829.39
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ekim 2024

OVP hedeflerinde beklentiler

Türkiye her geçen gün OVP’nin 2024 yılı için belirlediği hedeflerin daha da imkansızlaştığı bir koridora doğru koşar adım ilerlerken, eldeki veriler de şimdiden 2025 yılı beklentilerini sorgulatmaya başladı.

Yıl sonu enflasyonun hedefe ulaşması için 6. aydan yılsonuna döviz kuru sepetinde %1’den fazla artış yaşanmamalıyken, temmuzda %1,4’lük, ağustosta %3’lük ve eylülde %1,7’lik artışlarla karşılaştık.

Kurun alttan böylesine desteklenmesi spekülasyoncuların da risksiz para kazanmalarına neden oldu ki bu da apayrı bir problem.

Bu artışların en büyük kaynaklarından biri Merkez Bankası’nın kurun düşmesine müsaade etmeden alım yapması oldu. Şüphesiz burada iyi bir rezerv biriktirme hedefinin yanında dövizdeki düşüşlerden zarar gören ihracatçının korunması amaçlandı. Fakat işler artık öyle bir hale geldi ki bir yeri düzeltmeye çalışırken başka bir taraf bozuluyor.

Son altı aylık periyotta PMİ verilerindeki düşüşten (1 ayda 4 puan düşüş oldu. Pandemiden bu yana en dramatik düşüş gerçekleşti) imalat sanayisinin ve dolayısıyla ihracatın büyük yara aldığını zaten görüyorduk. Durum böyle olunca bu dönemde dövizin ucuzlamasına müsaade edilmemesi çok normal fakat bu durum belirtildiği üzere bu defa enflasyonla mücadelenin sakız gibi uzamasında büyük önem arz ediyor.

Diğer yandan hammadde fiyatları nedeniyle sanayici çok ciddi zorluklar yaşadığından ithalatımız önemli küçülmelere sahne oldu. Bu da şartlar değişmezse ihracatımızın sürekli halde azalacağı anlamına geliyor.

Yani kur düşse ayrı dert, düşmese ayrı…

Anlayacağınız o ki, 2025’te OVP’de planlanın aksine küçülmeyle karşı karşıya kalma ihtimalimiz her geçen gün kuvvetleniyor.

Bu küçülmede dolar bazında çok rakiplerimize göre çok yüksek olan asgari ücretin de büyük payı olacak.

Türkiye’de hedeflenen %4’e varan büyümeler gerçekleştiğinde ayrı bir enflasyon oluşturacakken (ancak %2,5’luk bir büyüme enflasyon oluşturmuyor) şimdi de küçülmeyle karşı karşıya kalma ihtimali belirdi ki bu çok normal. Çünkü uygulanan politika ancak büyümeden ve istihdamdan feragatle işe yarayan bir özelliğe sahip.

Hasılı bu pencereden bakılınca aylardır uygulanmaya devam eden ekonomi yönetiminin programı ne yazık ki her geçen gün inandırıcılığını kaybediyor.

Kabul etmek gerekir ki gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz.

Dünya genelinde gıda enflasyonunun ateşlendiği, Ortadoğu’da dengeleri bozan çatışmaların en acımasız şekilde devam ettiği, kritik bir ABD başkanlığı seçiminin yaklaştığı, Çin gibi devasa bir ekonominin gayrimenkul krizi nedeniyle yeterli büyümeyi yakalayamadığı, deflasyonla boğuştuğu ve ekonomiyi tüketimle ısıtmakla beraber borsasını ayakta tutmak (iki haftada borsada %30 yükseliş yaşatacak kadar büyük bir destek) için devasa paketler açıkladığı bir dönemdeyiz.

Tabi ki en büyük ticaret partnerimiz olan AB ekonomisinin amiral gemisi Almanya’nın, bir önceki yazımda detaylıca ifade ettiğim üzere Çin ile olan ticaret rutininin bozulması sebebiyle başının belada olduğu bir dönemde olmamız da bizleri Çin’deki ekonomik gelişmelere karşı çok hassas kılıyor…

Unutmamak gerekir ki Çin’in 5 trilyon dolarlık emlak piyasasında yaşanan kriz gayrimenkul fiyatlarını %40 aşağıya çekmiş durumda. Bu 2 trilyon dolarlık bir servetin yok olması demek. Bu rakamın Çin ve dünya ekonomisi için ne anlama geldiğini iyi tahlil etmek ve ona göre plan yapmak lazım. Her ne kadar bizler için çok büyük bir rakam olan 260 milyar dolarlık bir piyasayı canlandırma paketi açıklasalar da 2 trilyon dolarlık zararla karşılaştırınca henüz sadece kepçe-kaşık ilişkisinin yeni başladığını açıkça görmek lazım.

Dönelim Türkiye için beklentilere; ekonomide bunsan sonra bizi ne bekliyor?

Aslında ekimde yayınlanacak enflasyon rakamları tablo bundan sonrası için ciddi derecede netleştirecek. Yukarıda anlattıklarımı değiştirecek bir mucize olmazsa mevcut denklem her geçen gün daha zorlaşacak.

Bu yıl için hedeflerin tutmasını artık pek mümkün görmemekle beraber şaşırtıcı deredede uzak sonuçlar almayacağımızı tahmin ediyorum.

Diğer yandan gelecek yıl için enflasyonun %20’nin altında, bütçe açığının %3 civarında olacağına yönelik yapılan son açıklamaların ne yazık ki mümkün olmadığından eminim.

Süreci bu hedeflere taşıyacak toplam üç enstrüman vardı yöneticilerin elinde.

İlki para politikası ki, artık faizleri artırmanın mümkün olmadığı bir sürece girdik. FED faiz indirimleri Temmuz da konuşulmaya başlandığında gözler bizim merkez bankamıza dönünce ısrarla bunun yapılmaması, dayanacak yer kalmadıysa en az 2 ay farkla yapılması gerektiğini ifade etmiştim.

Bana kalırsa kesinlikle indirim yapılmamalı.

Halihazırda programa destek için kullanılamayan para politikası bu defa bize silah olarak dönecektir. Ancak ve ancak Çin’den çok daha büyük paketlerin geldiği ve bu arada da ABD’nin önden yüklemeli faiz indirimleri yaptığı bir dönemde faiz indirimleri başlamalıdır.

Gelelim yönetimin elindeki ikinci enstrümana: Maliye politikası.

Aylardır başta ücretliler, memurlar ve emekliler olmak üzere vatandaşın canını sıkan maliye politikalarının toplam hedefi 200 milyar TL’lik kaynak oluşturmaktı. Fakat enflasyondan en çok canı yanan bu insanların Şirketlere yapılan özel muameleyi her gün özellikle sosyal medyada görmesiyle homurdanmaya başlaması ve Şimşek’in bu alanda gerçekleştirmeye çalıştığı çalışmalara iş dünyasından büyük direnç gelmesi sonrası bu enstrümanda kullanılamaz hale geldi.

Her ne kadar Syn. Şimşek kayıtdışı ile mücadele konusunda kararlı olsa da buradan planladığı oranda gelir üretmesi için 1 trilyon TL’den fazla kayıtdışı işlem tespit edilmesi lazım ki o da imkansız.

Gelir tarafında bu sıkıntılar yaşanırken gider tarafına bakınca karne daha da kötü hale geliyor. 7. ve 8.aylarda bütçesini bitiren kurumların taşındığı bir bütçeden yani kamu kurumlarından toplamda tasarruf mümkün olmadığı gibi taleplerini karşılamak için borçlanmalar devam ediyor.

Geriye kaldı tek bir enstrüman: Gelirler ve ücretler…

Ülkemizde 12 milyon asgari ücretli ve 16 milyon emekli var.

Açlık sınırının 19,830 TL olduğu düşünüldüğünde; eğer hala enflasyonun talepten kaynaklandığı iddia edilip,çözüm olarak şirket ve servet sahipleri bir yana bırakılıp hayatta kalmaya zorlanan vatandaşlara programın beklentileri dahilinde %17,5 ila %20 bandında enflasyon zammı yapılırsa. %17,5’ u geçen her rakam bu 28 milyonun fakirlemesine neden olacağı gibi bu maaşlardan tasarruf imkanı olmadığından üstüne bir de enflasyon oluşturarak programı sekteye uğratacak.

Hasılı OVP’nin ne 2024 ne de 2025 açısından artık başarılı olması mümkün değil gibi gözüküyor. Üstelik son paragrafta ifade ettiğim zam oranlarının enflasyonun böylesine yapışkan hale gelmiş olduğu bir ortamda seçmen tarafından kabul edilmesi mümkün değil.

Yani?

Ardı ardına sıralanan bazı olaylar silsilesi bizi 2025’te seçime götürebilir. Bu durumda da OVP daha öncekilerin başına geldiği gibi rafa kalkar. Seçim ekonomisi başlar. Seçim ekonomisi için de aktörlerin değişmesi gerekir.

Hayırlısı diyelim…