Olivier Roy ve Abdullah Gül
“Siyasal İslam”
tabirini ilk kez Olivier Roy
kullandı, 90 lı yıllardı, pek revaçta olan
“Siyasal İslam’ın iflası” kitabının
da yazarı da O’ydu.
Öteden beri İslam’la sorunlu
olan laikçi kesim o yıllarda “zaten
biz demiştik, işte İslam bitti”, “İslam’dan
artık umudunuzu kesin”, “bakın, bunu bir Fransız sahip bile söylüyor” havalarına girmişlerdi.
Roy, Cezayir bağımsızlık
savaşında Fransa için savaşmış Cezayirlilere, Fransa’da “Harki” dediklerini söylüyor, “Müslüman
Fransız(!)” demekmiş...
Pakistanlılar, ABD aksanıyla
konuşan, ABD’de uzun bulunmuş tiplere “Burger”
derler.
Bizdeki “Harki” ve “Burger” ler,
bugünlerde “Biden” dedeleriyle fazla
mesaideler...
Olivier Roy, kendisine ait “Siyasal İslam’ın iflası” ifadesinin, yanlış anlaşıldığını, İslam’ın
asla bir daha referans alınmayacağını, İslamcıların iktidar olamayacağını kast etmediğini, ama öyle
anlaşıldığından şikayet ediyor.
Geçtiğimiz yıl eylül ayında Abdullah Gül durduk yerde “Siyasal İslam bitti“ demişti. Galiba, Gül de, Roy’u doğru anlamamıştı.
Olivier Roy, “Kayıp Şarkın
Peşinde” isimli kitabında, daha politikaya atılmalarından evvel Abdullah Gül, Munsif Mazruki, Hamit Karzai’nin kendisinin
arkadaşı olduklarını, bu arkadaşlarının sonradan devlet başkanları olduklarını anlatıyor.
Abdullah Gül,
demek ki “Siyasal İslam bitti”
derken, Roy’ lara göz kırpıyormuş, halbuki, zatı muhteremlerini, biz, “Bizim Cumhurbaşkanımız” sanmıştık.
Olivier Roy daha 19 yaşında
Afganistan bağımlısı olur. Nerdeyse tamamı otostopla defalarca Afganistan’a
gider. Afganistan’ın hiç beyaz ayağın
basmadığı Nuristan’ ına bile dalar.
Afganistan’a yaptığı ilk
yolculuklarda her şeyi bedavadır. Gani gönüllü Afganlar, yiyeceği, içeceği,
deveyi, rehberi bile O’na hep ikram ederler.
Roy, Afganistan tutkusu ile
Paris’te, üç yıl eğitim alır, su gibi Farsça öğrenir.
O yıllarda Afganistan henüz
“hür” dür.
Daha sonra Afgan Komünist Parti’si
darbeyle iktidar olur, Afganistan Kızıl
esarete girer, Başbakan Babrak
Karmal Kızıl Ordu’yu Afganistan’ı işgale çağırır.
Karmal, tahsilini Moskova’da
yapmıştır. O, bir Afgan “Harki” sidir.
Bizim sol kesimler, o zamanlar böyle “Kızıl Ordu
çağırma” rüyaları görürlerdi. Talihlerine bakın ki, Babrak’a nasip olan,
bunlara nasip olmadı, kader yüzlerine
gülmedi.
Rus işgali, Oliver Roy’ un
yıldızını parlatır. Batı Dünyasında Afganistan’ı Roy kadar bilen yoktur.
Belçika’nın silah tüccarı Albay
Patou’sundan, CIA’ sına, Fransız Dışişleri’nden
Fransız istihbaratına kadar ve daha nice gizli servis peşindedir.
Sonradan itiraf eder; “açık söylemeliyim gizli servislerle sağlam
bağlarım olmuştu”.
Oralarda, hep, Afgan
kıyafetleri içindedir.
Roy, defalarca yasal olmayan yollardan, Pakistan üzerinden
Afganistan’a “görevli” götürülür, gönderilir, karısı Chantal bu seferlerinde
kendisine burkasıyla eşlik eder.
Mesut ve diğer birçok mücahit
liderin dostluklarını kazanır ve ordugâhlarında misafir edilir.
Dağ
patikalarından, çöl yollarından,
4.500 metre rakımlı geçitlerden,
uzak vadiler ülkesine ulaşır. Yayan, atla, deveyle günler haftalar
boyu yol alır, atları tedavi eder, yolunu kaybeder, ayakları yara olur, haftalarca esir
tutulur, geceleri Rus hatlarını geçer, uçaklarla, helikopterlerle bombalanır, Afganistan’ın yarısını
havaya uçurabilecek patlayıcı konvoylarına rehberlik eder, Cezayir’den giden
cihatçılarla şaplak yarıştırır, Türkiye’den giden cihatçılara kanı kaynar.
Oliver Roy Batı’nın(Rusya
dahil) işlediği “Afganistan cinayeti”
ni şu cümlelerle yorumlar:
“Batı”,
Kızıl Ordu’ yu amansız bir savaş
makinesi görüyordu. Ama onlara “hayır, Sovyetler hiç de öyle savaşmıyor,
işte: Askerlerde şevk yok, emir-komuta işlemiyor, “Kızıl Ordu kağıttan kaplan” diyordum.
Kızıl ordu
Afganistan’da savaşmıyordu, katliam
yapıyordu.
Batıdaki hakim fikir,
Mücahitlerin Sovyetlerle kavgayı daha baştan kaybettiğiydi. İki eğilim vardı,
birincisi mücahitlere oynayarak Sovyetlerle bozuşmamak, diğeriyse Sovyetleri mümkün mertebe hacamat etmekti.
Afganistan’a insani yardım adı altında ahlaksızlık ve casusluk sevk ediliyordu.
“İnsan Hakları Savunma Hareketleri” nin efendileri silah
tüccarlarıydı.
31 Aralık 1987 de saat tam 24
ü çalacakken ABD’ li bir diplomat arkadaşım aradı, Rusların yakında
Afganistan’dan gideceğini haber verdi. Neden bana haber vermişti? Kaynağı
neydi? Hiç bir zaman öğrenemedim Bir kaç gün sonra Le Monde’ un dış haberler
sorumlusuna bu haberi aktardım. ”Mümkün
değil, bu Sovyetlerin sonu olur” dedi.
Mümkünmüş, Sovyetlerin sonu oldu.
Sovyetlerin gücü 1981-86 arasında analiz hatası
ile abartılmıştı. 2003 teki Irak’ı işgal zorunluluğu da bir analiz
saçmalığıydı.
2001 de Afganistan’a yapılan “Batı” müdahalesi, “kadınları Burka’ dan kurtarma” diye satıldı.
Afgan kadınları Sovyetlere
göre feodal, batılılara göre fundamentalist baskı altındaydılar, gerçekse ikisi de değildi.
Afganistan’daki
acı ve vahşet o kadar dehşetliydi ki, Christophe de Ponfilly “Afganistan Üzerine” filmini bitirdikten ve bir kız çocuğu babası
olduktan sonra kafasına bir kurşun
sıkmıştı. Onun gibi on kadar vaka oldu.
Olivier Roy, Sovyetler’ in
dağılmasından sonra çalışmalarını Orta-Asya’ya kaydırır. Orta-Asya gerçeğini
önümüze şöyle koyar.
Sovyetler yok olur ama,
Orta-Asya’da, sömürgecilerin tarihinin yerine konacak tarih kalmamıştır. Yeni
ülkelerin elindeki tek tarih sömürgecilerin, Sovyetlerin icat etmiş olduğu
tarihtir. Kahramanlar Rus kahramanlarıydı. Rusça konuşmaya devam ediliyordu.
Oysa artık Ruslar yoktu.
Orta Asya’ya, Vehhabileri,
Sovyetler taşıdılar. Selefilik her türlü
kültürel İslam’a düşman oluştur. Vehhabilik
Arap ülküsüdür.
Orta Asya’da Rusların
yarattığı seçkinler elbette Sovyetleşmişlerdi.
Putin bir Sovyet hayaletidir.
Roy, İslam Dünyası’nı
objektif müşahede eder.
Halâl-fast food, Dior-tesettür, Online-fetva paradoksları gözünden kaçmaz.
Kaşarlanmış bir dalaverecinin
hiç namazını aksatmayabildiğine hayret etmez, çünkü bu, bir İtalyan mafya
babasının kilisede hiç bir ayini kaçırmaması gibidir.
Radikal sekülarizm, kadınlarda dindarlaşmayı körükler, ki Fransız solu da kadınlara oy
hakkına bu sebeple karşı çıkmıştır. Çünkü kadınlar daha fazla dinin etkisindeydiler.
Sekülerleşme, fundamentalizm
üretmekte, usandırıcı laiklik korkutmaktadır.
“İslami tehdit”, Polonyalı muslukçuların
Avrupa’yı istilası gibi bir hayaldir.
14 asırdır terörist üretmeyen Kur’an nasıl oluyor da 1980 lerde teröristler üretiyor? der.