Ülkemizin en önemli sorunu kamplaşmadır.
Kamplaşma iki asırlık bir
süreçtir.
Kamplaşma 1800 lerin başlarında
geri kalmışlığımızdan “İslam” ın suçlanması ile başlamıştır.
O yıllarda, hayretini ve
itirazını Ziya Paşa şu mısralarla ifade eder:
“İslam
imiş pabendi terakki,
Evvel yoğ
idi işbu rivayet yeni çıktı”
Günümüz Türkçesiyle: “İlerlemenin
önündeki engel İslam imiş, evvelce böyle bir rivayet, böyle bir dedikodu yoktu,
bu iddia yeni zuhur etti”.
İşte o zaman bu zamandır toplum
yarıldı.
“Milli Kültür” ve “Batı Kültürü” taraftarları.
Bu yarılma Türkiye’ye özgü
değildir. Batı Medeniyeti’ nin Dünya sahnesine çıkışıyla hemen her batı dışı
sosyolojide yaşanmıştır, yaşanmaktadır.
Türkiye’nin zorluğu şudur;
Batı Kültürü taraftarları nötr
bir duruş sergilemek, sadece fikir serdetmek, kendi hallerinde Batılı yaşam
tarzını sürdürmek yerine, Milli Kültüre ve O’nun omurgası İslam’a amansız bir kin
ve nefret dolu olmaları, her fırsatta saldırıyor olmalarıdır.
Muarızlarından kendilerine bir
eleştiri geldiğindeyse, “kamplaşma var, kutuplaşma var” yaygarası yapmaktadırlar.
Aslında birlik ve bütünlüğün
sarsılmasını değil, karşıtlarına boyun eğdirememeyi, sindirememeyi dert
etmektedirler.
Birlik ve bütünlüğü umursasalar,
naif ve yapıcı bir dil kullanırlar, yobaz, gerici, tutucu, çağdışı, bağnaz,
ilkel gibi aşağılayıcı kelimeleri muhataplarına sarfetmekten kaçınırlardı.
İstiyorlar ki her türlü
aşağılamayı, hakareti yapsınlar, karşıtları sessiz kalsınlar.
Türkiye’deki “Batı Kültürü”
mensuplarının “Milli Kültür” taraftarlarını zaafa uğratmak için ileri
sürdükleri en mühim argüman “Matbaa Meselesi” dir.
Güya İslam matbaayı “Günah”
saymış, bu nedenle matbaa 230 senelik bir gecikmeyle ülkeye gelebilmiş, bu
gecikme olmasa, Avrupa ile aramızda hiçbir gerilik-ilerilik mesafesi olmayacakmış…
Bu tez, bu varsayım Milli
Eğitimizde yıllar yılı öylesine işlenmiş, öylesine beyinlere nakşedilmiştir ki,
dindar insanlar bile bunu doğru sanıp, bunun mahcubiyetini hissetmişlerdir.
Bu iddia bir hurafeden
ibarettir.
“Resmi ideoloji” nin onlarca
safsata ve dogmalarından sadece biridir.
Milli Eğitimimiz insanlarımızda
esas görevi olan “ilim zihniyeti” ni yerleştiremediğinden bu hurafe, bir
“tartışılmaz doğru” olarak algılanıyor.
Yüz yıldır okullarımızda bir
nakarat olarak çocuklarımıza ezberletiliyor.
Körpe beyinler zehirleniyor.
Daha ilkokul sıralarında
çocuklarımız kendi dinlerine düşmanlaştırılıyor, bir çelişkiye sürükleniyorlar.
Bu düşmanlık tahsilin ileri basamaklarında
daha amansız hale getiriliyor.
Sonra da ülkede kutuplaşma var
diye sahte, mütemariz sızlanmalar yapılıyor.
Matbaa konusunda yapılan birkaç
gerçek ilmi araştırma akademik düzeyde kalmış, ses getirmemiş, çölde bir sayha
gibi kaybolup gitmiştir.
Gerçekler karşısında “Resmi ideoloji”
kılını bile kıpırdatmamıştır.
Gerçekleri teslim eden vicdan
sahibi ilim adamlarından biri Niyazi Berkes’ tir.
Berkes şunları söyler;
“Matbaa şeriat tarafından engellendi demek
kolay fakat bilime aykırı bir tutumdur.
Matbaanın açılmasına ulemanın
karşı koyduğuna dair hiçbir kayıt yoktur.
Matbaanın gecikmesi bir din
sorunu değil bir devlet sorunudur. Matbaaya karşı düşmanlık İslamlık nedeniyle
değil, devlete ait, bugün de makul bulunacak nedenlerledir.
Patrona isyanında matbaaya
karşı Şeriat adına bir saldırı olmamıştır, kapatılması ya da yaktırılması gibi
bir istek de ileri sürülmemiştir.
Matbaaya Şeriatçıların karşı
çıktığı, yeniçeri isyanlarının, şeriatçılık adına yapılmış ayaklanmalar olduğu
yolunda yaygın iki inanç tamamen bilim dışıdır.
Matbaa ve basımevi işi zaten padişahın
ve sadrazamın desteklediği bir iş olduğu için fetva ve ferman kolayca
çıkmıştır.
Şeyhülislam Abdullah
Efendi fetvayı hemen vermiş, ulemadan, yani devrin ileri gelen din bilginlerinden
11 kişi basılan ilk kitabın başına takrizler(övgüler) yazmışlardır. Hatta
Şeyhülislam Abdullah Efendi İbrahim Müteferrika’ ya basılmasını gerekli gördüğü
iki kitap vermiştir.
İbrahim Müteferrika’nın
vefatından sonra matbaayı yürütmek üzere ulemadan (din bilgini) Rumeli kadısı
İbrahim ile Anadolu kadısı Ahmet görevlendirilmiş onlar da bu görevi severek üstlenmişlerdir.”
Masum halka bal gibi yutturulan “Resmi
ideoloji” yalanlarından ve safsatalarından biri de matbaa dönemi de
dahil bütün Osmanlı tarihi boyunca sadece 536 kitap yayınlandığıdır.
Bu kocaman acımasız yalanla bilim adamı görüntülü cambazlar toplumu
zehirlemektedirler.
Halbuki;
Türkiye
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’nın “Yazma Eserler Portalı” kapsamında 208.560 eser yer almaktadır.
Türkiye’nin en zengin yazma eserler
kütüphanesi olarak nitelenen Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi bünyesinde 88.026
yazılı (yazma) ve 68.457 basılı (basma) eser kayıtlıdır.
Bayezit Devlet Kütüphanesi 17.941
cilt, Belediye Kütüphanesinde 6.543 cilt, Milli Kütüphane 11.546
cilt, Bursa Kütüphanelerinde 8.773 cilt,
Konya Kütüphanelerinde toplam 5.104 adet sadece yazma eser
bulunmaktadır.
Kemal Tahir’e göre bu sayı
Osmanlı coğrafyası dikkate alındığında 600.000 i geçmektedir.
600.000 (altı yüz bin) nere 536 nere!
Vicdansızlığın derecesini ve yorumunu
sizlere bırakıyorum.
Bunların diğer yalanlarını da
varın siz kıyaslayın!