Kürt meselesi: Sorun değil, çözüm bekleyen bir mesele
Türkiye’de Kürt meselesi, tarihi, sosyolojik ve ekonomik boyutlarıyla ele alınması gereken önemli bir konudur. Ancak bu meseleyi “Kürt sorunu” olarak adlandırmak, hem devletin egemenlik anlayışına hem de toplumsal birlikteliğe zarar veren yanlış bir algı yaratmaktadır. “Mesele” ifadesi, çözüm odaklı bir bakış açısını çağrıştırırken, “sorun” ifadesi daha çok bir kriz veya çatışmayı çağrıştırır. Bu nedenle doğru tanımlama yapmak, çözüm sürecini daha sağlıklı bir zemine oturtur.
Mesele” ve “sorun” kavramları arasında belirgin bir fark
vardır. Mesele, tartışılması ve çözüme ulaştırılması gereken bir durumu ifade
ederken, daha pozitif ve yapıcı bir yaklaşımı temsil eder. Sorun ise genellikle
negatif bir anlam taşır ve bir çatışma veya kriz durumuna işaret eder. Bu
ayrımı yapmak, Kürt meselesini tartışırken daha birleştirici ve sağduyulu bir
dil kullanmamıza olanak tanır.
Ancak mesele sadece terminolojik bir tartışmadan ibaret
değildir. Kürt meselesinin tarihi arka planı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından
itibaren uygulanan ret ve inkâr politikalarıyla şekillenmiştir. Kürt kimliğinin
yok sayılması, Kürtçe üzerindeki yasaklar, kültürel ve sosyal baskılar,
bölgesel ekonomik geri kalmışlık ve eğitim imkanlarının sınırlılığı, bu
meselenin derinleşmesine neden olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan tek tip vatandaşlık
politikaları, Kürtlerin kimliklerini ifade etmelerini sınırlayan bir anlayışa
dayanıyordu. Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı yasaklanmış, bölge halkı
üzerinde asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Bu süreçte, özellikle 1930’lu
yıllarda Şark Islahat Planı gibi projelerle Kürt nüfusunun yoğun olduğu
bölgelerde yerinden edilme ve baskı politikaları devreye sokulmuştur. Kürtçe isimlerin
değiştirilmesi, dilin kamusal alanda yasaklanması ve kültürel değerlerin baskı
altına alınması, bölge halkı arasında ciddi bir aidiyet krizine yol açmıştır.
1980 darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık
dışı uygulamalar, Kürt meselesini yalnızca sosyolojik değil, aynı zamanda bir
insan hakları meselesi haline getirmiştir. Bu dönemde Kürt kimliği üzerindeki
baskılar artmış, bu durum radikalleşmeye ve terör örgütlerinin Kürt
vatandaşları istismar etmesine zemin hazırlamıştır.
Son yıllarda ise devletin bu meseleyi ele alışında ciddi bir
paradigma değişikliği yaşanmıştır. Ret ve inkâr politikaları büyük ölçüde terk
edilmiş, Kürtçe üzerindeki yasaklar kaldırılmış, televizyon kanalları açılmış
ve bölgeye yönelik ekonomik kalkınma projeleri hayata geçirilmiştir. Çözüm
süreci olarak bilinen süreçte, toplumun geniş kesimlerinden destek gören önemli
adımlar atılmış ancak süreç, terör örgütlerinin provokasyonları ve bazı siyasi
partilerin samimiyetsiz tutumları nedeniyle sekteye uğramıştır. Yine de bu
süreç, Kürt meselesinin çözümünde siyasi iradenin önemini ortaya koyması
açısından kritik bir dönemeç olmuştur.
Eleştirel bir bakış açısıyla, atılan adımların yetersiz
olduğu ya da sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için daha kapsayıcı bir
yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu aşikar…
Bazı kesimlere göre, çözüm süreci toplumun tamamını sürece
dahil edememiş ve sadece belli gruplar üzerinden ilerlemiştir. Bu da sürecin
halk nezdinde yeterince sahiplenilmemesine yol açmıştır.
Kürt meselesinin yalnızca terörle mücadele perspektifinden
ele alınmasının eksik bir yaklaşım olduğunu söylemek gerekiyor.. Bu görüşe
göre, mesele, eşit vatandaşlık temelinde, özgürlüklerin genişletilmesi ve insan
haklarına dayalı bir anlayışla ele alınmalıdır. Kürtçe’nin eğitimde daha fazla
yer alması, kültürel faaliyetlerin desteklenmesi ve bölge halkının daha etkin
katılımı, bu çerçevede önerilen adımlardır
Kürt meselesinin
çözümü, etnik ayrıştırmayı reddeden, Kürtlerin kimliklerini özgürce ifade
edebildiği bir Türkiye vizyonu ile mümkündür. Bu süreçte, sadece terör
örgütleriyle mücadele değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal reformlar da
öncelik kazanmalıdır.
Kürtler , bu ülkenin ayrılmaz bir parçasıdır ve tarih
boyunca Türklerle omuz omuza mücadele ederek ortak bir kader paylaşmışlardır.
Sorun, Kürtlerin varlığı değil, bu birlikteliği bozmak isteyen terör örgütleri,
ayrılıkçı politikalar ve dış güçlerin müdahaleleridir.
Türkiye’de bir “Kürt sorunu” yoktur, çünkü Kürt
vatandaşlarımızın varlığı asla bir sorun değildir. Ancak bir “Kürt meselesi”
vardır ve bu mesele, ret ve inkâr politikalarının izlerini silerek, birlikte
yaşama kültürünü güçlendiren bir anlayışla çözülebilir. Kürt meselesi, çözüm
bekleyen bir meseledir ve çözüm, ayrışmayı değil kardeşliği güçlendirecek bir
yaklaşımla mümkündür.
Türkiye’nin geleceği, bu coğrafyanın tüm renklerini ve
zenginliklerini kucaklayarak inşa edilecektir. Meseleyi doğru adlandırmak,
çözüm yolunda atılacak en önemli adımdır.