Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Aralık 2024

Kürt meselesi: Sorun değil, çözüm bekleyen bir mesele

Türkiye’de Kürt meselesi, tarihi, sosyolojik ve ekonomik boyutlarıyla ele alınması gereken önemli bir konudur. Ancak bu meseleyi “Kürt sorunu” olarak adlandırmak, hem devletin egemenlik anlayışına hem de toplumsal birlikteliğe zarar veren yanlış bir algı yaratmaktadır. “Mesele” ifadesi, çözüm odaklı bir bakış açısını çağrıştırırken, “sorun” ifadesi daha çok bir kriz veya çatışmayı çağrıştırır. Bu nedenle doğru tanımlama yapmak, çözüm sürecini daha sağlıklı bir zemine oturtur.

Mesele” ve “sorun” kavramları arasında belirgin bir fark vardır. Mesele, tartışılması ve çözüme ulaştırılması gereken bir durumu ifade ederken, daha pozitif ve yapıcı bir yaklaşımı temsil eder. Sorun ise genellikle negatif bir anlam taşır ve bir çatışma veya kriz durumuna işaret eder. Bu ayrımı yapmak, Kürt meselesini tartışırken daha birleştirici ve sağduyulu bir dil kullanmamıza olanak tanır.

Ancak mesele sadece terminolojik bir tartışmadan ibaret değildir. Kürt meselesinin tarihi arka planı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren uygulanan ret ve inkâr politikalarıyla şekillenmiştir. Kürt kimliğinin yok sayılması, Kürtçe üzerindeki yasaklar, kültürel ve sosyal baskılar, bölgesel ekonomik geri kalmışlık ve eğitim imkanlarının sınırlılığı, bu meselenin derinleşmesine neden olmuştur.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan tek tip vatandaşlık politikaları, Kürtlerin kimliklerini ifade etmelerini sınırlayan bir anlayışa dayanıyordu. Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı yasaklanmış, bölge halkı üzerinde asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Bu süreçte, özellikle 1930’lu yıllarda Şark Islahat Planı gibi projelerle Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde yerinden edilme ve baskı politikaları devreye sokulmuştur. Kürtçe isimlerin değiştirilmesi, dilin kamusal alanda yasaklanması ve kültürel değerlerin baskı altına alınması, bölge halkı arasında ciddi bir aidiyet krizine yol açmıştır.

1980 darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı uygulamalar, Kürt meselesini yalnızca sosyolojik değil, aynı zamanda bir insan hakları meselesi haline getirmiştir. Bu dönemde Kürt kimliği üzerindeki baskılar artmış, bu durum radikalleşmeye ve terör örgütlerinin Kürt vatandaşları istismar etmesine zemin hazırlamıştır.

Son yıllarda ise devletin bu meseleyi ele alışında ciddi bir paradigma değişikliği yaşanmıştır. Ret ve inkâr politikaları büyük ölçüde terk edilmiş, Kürtçe üzerindeki yasaklar kaldırılmış, televizyon kanalları açılmış ve bölgeye yönelik ekonomik kalkınma projeleri hayata geçirilmiştir. Çözüm süreci olarak bilinen süreçte, toplumun geniş kesimlerinden destek gören önemli adımlar atılmış ancak süreç, terör örgütlerinin provokasyonları ve bazı siyasi partilerin samimiyetsiz tutumları nedeniyle sekteye uğramıştır. Yine de bu süreç, Kürt meselesinin çözümünde siyasi iradenin önemini ortaya koyması açısından kritik bir dönemeç olmuştur.

Eleştirel bir bakış açısıyla, atılan adımların yetersiz olduğu ya da sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için daha kapsayıcı bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu aşikar…

Bazı kesimlere göre, çözüm süreci toplumun tamamını sürece dahil edememiş ve sadece belli gruplar üzerinden ilerlemiştir. Bu da sürecin halk nezdinde yeterince sahiplenilmemesine yol açmıştır.

Kürt meselesinin yalnızca terörle mücadele perspektifinden ele alınmasının eksik bir yaklaşım olduğunu söylemek gerekiyor.. Bu görüşe göre, mesele, eşit vatandaşlık temelinde, özgürlüklerin genişletilmesi ve insan haklarına dayalı bir anlayışla ele alınmalıdır. Kürtçe’nin eğitimde daha fazla yer alması, kültürel faaliyetlerin desteklenmesi ve bölge halkının daha etkin katılımı, bu çerçevede önerilen adımlardır

Kürt meselesinin çözümü, etnik ayrıştırmayı reddeden, Kürtlerin kimliklerini özgürce ifade edebildiği bir Türkiye vizyonu ile mümkündür. Bu süreçte, sadece terör örgütleriyle mücadele değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal reformlar da öncelik kazanmalıdır.

Kürtler , bu ülkenin ayrılmaz bir parçasıdır ve tarih boyunca Türklerle omuz omuza mücadele ederek ortak bir kader paylaşmışlardır. Sorun, Kürtlerin varlığı değil, bu birlikteliği bozmak isteyen terör örgütleri, ayrılıkçı politikalar ve dış güçlerin müdahaleleridir.

Türkiye’de bir “Kürt sorunu” yoktur, çünkü Kürt vatandaşlarımızın varlığı asla bir sorun değildir. Ancak bir “Kürt meselesi” vardır ve bu mesele, ret ve inkâr politikalarının izlerini silerek, birlikte yaşama kültürünü güçlendiren bir anlayışla çözülebilir. Kürt meselesi, çözüm bekleyen bir meseledir ve çözüm, ayrışmayı değil kardeşliği güçlendirecek bir yaklaşımla mümkündür.

Türkiye’nin geleceği, bu coğrafyanın tüm renklerini ve zenginliklerini kucaklayarak inşa edilecektir. Meseleyi doğru adlandırmak, çözüm yolunda atılacak en önemli adımdır.