Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Ekim 2024

İslâm'ın kısa bir tarifi- 9

Allahü Teâlâ’nın son peygamberi Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, peygamberliğinin Mekke-i mükerremede geçen 13 yılını, insanları imana davet etmekle geçirdi. Burada, herhangi bir yönetim kurulamadı. Ancak ikinci “Akabe Biatı”nda, Medine-i münevvereden gelen kabilelerle yapılan çok kıymetli görüşmeler, “İslâm Devleti”nin kurulmasına zemin hazırladı. Şöyle ki, Mekke’de müslümanlara yapılan baskı ve zulümler artınca, Ensar yurdu Medine-i münevvereye hicret başladı.

Allah Rasulü sallallahü aleyhi ve sellem, Medine-i münevverede devletleşmeye yönelik bir takım çalışmalar yaptı. Daha sonra bazı kabilelerle yaptığı istişareler müspet neticeler verince, yazılı bir anayasaya dayalı merkezî bir yönetim kurdu. Bu mübarek yapı, daha sonra “İslâm Devleti” diye anıldı. Böylece en dar ve en sıkıntılı zamanda Rasulullah aleyhisselama bağrını açan Medine-i münevvere şehri, “İslam Devleti”nin başkenti oldu.

O günkü Araplar, feodal kabile zihniyetine sahip oldukları için, bir arada hareket eden bir kavim değillerdi. Ancak aynı dil ve kültüre sahip oldukları halde sürekli birbiriyle savaşan bu kabileler, İslâm dini sayesinde beraber hareket eden bir toplum haline geldi.

İslam bayrağı altında altında birleşen Araplar, o günkü dünyanın iki süper gücü olan Sasanî ve Bizans İmparatorluklarına fetih seferleri başlattı. Bu iki büyük imparatorluk ise, neredeyse sürekli savaş halinde idiler. Bu imparatorluklar, uzun süren savaşların getirdiği malî yükü hafifletmek için de, vatandaşlarına ağır vergiler koydular. Diğer kısıtlamalarla birlikte bu vergiler, ahali arasında büyük huzursuzluklara sebep oldu ve iç dengeleri bozuldu. Böylece İslâm ordusu, zaman içerisinde Sasani devletini tamamen ortadan kaldırdı ve Bizans’tan da büyük topraklar almayı başardı.

Efendimiz aleyhisselamın Dar-ı bekaya irtihallerinden sonra, Hulefa-i Raşidin dönemi başladı. Bu dönemde, İslam Devletini sırasıyla; Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmain yönetti. Bu dönemde, Arap Yarımadası’nın tamamı, İslam coğrafyasına katıldı. “İla-yı kelimetullah”ı hedefleyen bu kıymetli fütuhat, o kadar hızlı ve başarılı oldu ki, daha üçüncü halife Hazret-i Osman radıyallahü anh zamanında, Mısır, Suriye ve Sasani Pers İmparatorluğu’nun büyük bir kısmı Müslümanların eline geçti.

Hulefa-i Raşidin döneminden sonra, Müslümanlar “Emevi Devleti”ni kurdu. Bu devletin sonuna gelindiğinde yani yaklaşık olarak miladi 750’de Maveraünnehir, günümüz Pakistan’ının bir kısmı, Kuzey Afrika'nın tamamı ve İber Yarımadası, İslam Devleti’nin hâkimiyetine girmişti.

Daha sonra Müslümanlar “Abbasî Devleti”ni kurdu. 1258’de sona eren “Abbasî Devleti” döneminde de küçük de olsa bir takım fetihler yapıldı ve bazı topraklar alındı.

Çok sonra Müslümanlar, “Osmanlı Devleti”ni kurdu. 1299’da başlayan “Osmanlı Devleti” döneminde ise, Anadolu ve Bizans İmparatorluğu’nun kalbi olan İstanbul fethedildi. Ayrıca İslâm dini, başta balkanlar olmak üzere Avrupa kıtasına giriş yaptı.

Unutulmamalıdır ki, İslâm’ın yayılmasında askerî fetihler kadar ticaret de etkili oldu. Çünkü yüce İslâm dini, alış-veriş ve ticaret ahlâkına dair birtakım önemli ilkeler koymuştur. Şüphesiz İslâm’da, ticaret ahlâkının en önemli ilkesi “kazancın helâl olması”dır. Zira Müslüman, sadece dünya kârına değil, çok daha önemli olan âhiret yatırımına ağırlık verir. Dolayısıyla o, haram yollardan servet edinmez; yalandan, haksız kazançtan, faizden, karaborsacılıktan, kamu malına el uzatmaktan uzak durur; ötekini yok eden, rakibini ortadan kaldırmaya çalışan tekelci ve fırsatçı bir anlayışı reddeder. Bencilliği değil, diğerkâmlığı şiar edinir. “Arkadaşım da kazansın” anlayışıyla hareket eder. İşte İslâm’ın bu harika ticaret ahlâkından etkilenerek Müslüman olan birçok toplum vardır. Endonezya bunlardan sadece biridir.

Ticaret, sadece maddî bir alış-veriş ve kazançtan ibaret değildir. Zira her Müslümanda, İslâm’ın manevî şahsiyetini görmek mümkündür. Evet, İslâm dini, doğuş anından itibaren, davranış kalıplarıyla ulaştığı insanlar için, hakikatin sesini soluyabilecekleri bir nefese dönüşmüştür. Dolayısıyla insanlar, Müslüman tüccarların şahsında İslâm gerçeğini gözleriyle görebildikleri için, kolay bir şekilde Müslüman oluyorlardı…

(Devamı haftaya…)