Yüce dinimiz İslâm; çok kısa bir zamanda câhiliye zihniyetini ve bu zihniyetin sahip olduğu çarpık değerler manzumesini tamamen ortadan kaldırdı. Yerine hak, hukuk, “eşitlik” ve adalete dayalı yeni bir nizam getirdi. İlâhî vahiy kaynaklı bu yüce nizamda, eskiden “eşit” olmaları imkânsız olan hür ile kölenin konumları “eşit”lendi. Hatta bu âdil nizamda mümin bir köle, müşrik efendisinden daha üstün ve daha değerli hâle geldi.

Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem bu hakikati, Mekke’nin fethedildiği gün insanlara verdiği hutbede şöyle ifade buyurdu: “Ey İnsanlar! Allah celle celalüh, sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur; iyi, takva sahibi ve Allah celle celalüh katında değerli olan kişi ile; günahkâr, bedbaht ve Allah celle celalüh katında değersiz olan kişi. İnsanlar Âdem aleyhisselamın çocuklarıdır ve Allah celle celalüh, Âdem’i topraktan yaratmıştı.” (Tirmizi)

İslâm’da; -konumlarına bakılmaksızın- İnsanlar, kanun önünde hukukî birer şahsiyet olarak ‘eşit’tirler. Böylece kul olma cihetiyle aynı asıldan gelen bütün insanlar, ‘eşit’ haklara sahiptirler. İslâm’a göre insanlar, sadece ve sadece takva ile birbirlerinden ayrılabilmekte ve üstün olabilmektedirler.

Yine İslâmî nizama göre; erkek veya kadın olmak bir “eşit”sizlik meydana getirmez ve cinsiyet farkının bir önemi yoktur. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

“Erkek olsun kadın olsun mü’min olarak kim sâlih amel işlerse, ona dünyada elbette temiz ve güzel bir hayat yaşatırız. Ahirette de onları, yaptıkları en güzel işleri esas alarak mükâfatlandırırız.” (Nahl 97)

“Bunun üzerine Rableri, onların dualarına şöyle icâbet buyurdu: “Ben, erkek olsun kadın olsun içinizden çalışan hiç kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Zira siz birbirinizi tamamlayan parçalarsınız. Hicret eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda ezâ-cefâ gören, hakarete uğrayan, savaşıp şehit olanların da günahlarını mutlaka affedeceğim ve onları Allah tarafından bir mükâfat olmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Zâten, en güzel mükâfat ancak Allah katındadır.” (Al-i İmran 195)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden, bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. İsmi hürmetine birbirinizden dilekte bulunduğunuz o Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Çünkü Allah, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.” (Nisa 1)

Buna göre; bütün insanlar ortak bir kökenden gelmektedir ve hiç kimsenin ameli kaybolmaz. Ayrıca cinsiyet ayırımı söz konusu olmaksızın inanmış bir kişi olarak iyi işler yapan herkes güzel bir hayatı yaşamaya lâyıktır ve âhirette fazlasıyla ödüllendirilecektir. Dolayısıyla yükümlülük sahibi bir varlık sayılma ve davranışlarının değerlendirmeye tâbi tutulmaya layık olması bakımından erkekle kadın arasında fark yoktur.

Rahmeten li’l-âlemîn olarak gönderilen Efendimiz aleyhisselam; insanlığın zulmün karanlığında yaşadığı, insanı insan yapan bütün değerlerin yitirilmeye yüz tuttuğu, ahlâkî değerlerin yerini yapay üstünlük vesilelerine bıraktığı câhilî bir topluma hitap ediyordu. Onun insanlığa sunmuş olduğu evrensel ilkeler, bütün dünyada zulüm ve haksızlığın yerini “eşitlik” ve adalete bırakmasında çok önemli bir dönüm noktası oldu.

İslâm nizamında; yaratılanlar içerisinde en kıymetli yere sahip olan insana, insan olmasından kaynaklanan bütün doğal ve tabiî hakları iade edildi. İslâm’ın hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanlara sunduğu bu temel haklar sayesinde, bütün ayrımcılık ve imtiyaz sebepleri tamamen ortadan kaldırıldı. O gün olduğu gibi bugün de geçerliliğini koruyan; “bütün insanlar, tarağın dişleri gibi birbirlerine eşittirler,” ilkesi, hayata hâkim kılındı.

Ayrıca İslâm’da; insana eşitlik, hak ve adalet bilinci verme, özgürlük ve eşitliğini teminat altına alma gaye olduğu için, hukukî çözüm üretirken çifte standartlara dayalı uygulamaları meşrû gösterecek normlar kabul edilmez. Hülefa-i Râşidin hazeratının İkincisi olan Hazret-i Ömer radıyallahü anh şöyle buyurmuştur: “Artık İslâm, aranızda eşitliği tesis etmiştir, farklılık ancak takvâ iledir!..”