İslâm'ın kısa bir tarifi- 16
İslâm
dininin önemli özelliklerinden biri de, “tasavvuf”tur. “Tasavvuf” ilmi nedir,
ne işe yarar ve bizim için ne kadar gereklidir, sorularını cevaplandırmaya bir
âyet-i kerime ile başlayalım. Rabbimiz celle celalüh şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz
Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek
istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zâlimdir, çok câhildir.”
(Ahzab 72)
Bu
emanet; “irade” ve “sorumluluk” sahibi olmamızdır. Eğer bu emaneti kabul
etmeseydik, biz de kabul etmeyen diğer varlıklar gibi olurduk. Dolayısıyla
irademiz de sorumluluğumuz da imtihanımız da olmazdı. Böyle bir durumda; Allahü
Teâlâ; bizi ne için yaratmışsa; sadece onu bilir; sadece onu yapardık ve ondan
başkasını tercih etme kudretimiz de salahiyetimiz de olmazdı. Mesela cemadat,
bitkiler ve hayvanlar böyledir. Bunlar bir nevi robot gibidirler;
programlandıkları gibidirler ve bunun dışına çıkma istekleri de yetkileri de
yoktur. Melekler de böyledir, bunlar da itaate programlanmışlardır ve bunun
dışına çıkma arzuları da kabiliyetleri de yoktur. Şeytanlar da sadece kötülük
yapmaya programlanmışlardır. Fakat biz insanlar; hür irademizle yaşayıp imtihan
edilmeyi kabul ettik. İşte bu dünya hayatında bir süre bulunmamızın sebebi de
budur, yani sınanmamızdır.
Binaenaleyh
bu kadar değer verip sahiplendiğimiz dünya, bizim için bir imtihan salonundan
başka bir şey değildir. İmtihanımız bitince, istesek de istemesek de -sahibi
olduğumuzu zannettiğimiz- herşeyi öylece bırakıp gitmek ve toprak olmak
zorundayız. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “O, amel (davranış ve eylem)
bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve
hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk 2) Bu
âyet-i kerimeye göre Allahü Teâlâ, insanı denemek için yaratmıştır. Yani dünya,
sadece Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmemiz için bir imtihan yeridir. İmtihanı
kazanan, âhirette cennete girecek, -maazallah- kaybeden de cehenneme
girecektir. Çünkü dağların dahi kabul etmekten çekindiği şeyi, yani irade ve
tercih sahibi olarak yaşamayı, dolayısıyla da sınanmayı biz kabul ettik.
Allahü
Teâlâ, cennete götüren iyiliği de cehenneme götüren kötülüğü de açıkça
bildirmiştir. Buna göre; insan dünyada yaptığı tercihlerle ve gösterdiği
tavırlarla, geleceğini ve ebedî hayatını belirleyecek. Bu durumda yaşadığımız
hayatın her saniyesi; bizi ya cennete ya da cehenneme yaklaştırmaktadır. Öyle
ise, her an denenmekte olduğumuzu, bu denenmenin sonucunun ebedî hayatımızı
belirleyeceğini ve bu sonucun çok yakın olduğunu hiçbir zaman aklımızdan
çıkarmamamız lazım.
Evet
biz müslümanız elhamdü lillâh. Fakat cehennem de sadece kâfirler için
yaratılmış değildir. Çünkü -geçici de olsa- müslümanlardan da çok kişi cehenneme
girecektir. Kaldı ki, müslüman olarak ölmek de meçhuldür ve tamamen nasip
işidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Sizden bir kimse, cennet ehlinin
amellerini öyle işler ki, kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesafe
kalır; derken kitabın hükmü ön plana çıkar ve o kimse bu sefer cehennem ehlinin
amellerini işlemeye başlar ve cehenneme girer.” (Buhari 3208)
Bunun
için evliyaullah en çok su-i hâtimeden yani -maazallah- imansız ölmekten
korkmuşlar. Bu hakikati hep düşündükleri için; çok gözyaşı dökmüşler, uykuları
kaçmış, iştahları kesilmiş ve dünyanın hiçbir lezzetinden tad almamaya
başlamışlar. Niye çünkü risk çok büyük!.. Ebediyyen cehennemde kalmak ne
demek?.. Zaten hadis-i şerifte de: “Eksirû min zikri hazimi’l-lezzat,” yani:
“Lezzetlerin tadını kaçıran ölümü çok anınız,” (Tirmizi 2307) buyurulmuyor mu?
Rivayete
göre: “Hasan-ı Basrî hazretleri ile kahkahalar atarak gülen bir genç arasında
şöyle bir diyalog geçti:
-
Evladım Sırat’ı geçtin mi?
-
Hayır!
-
Âhirette gideceğin yer; cennet mi, cehennem mi, biliyor musun?
-
Hayır!
-
O halde bu kahkahalar neyin nesidir?
Bu
ibretli nasihatten büyük ders alan gencin bir daha güldüğü görülmedi…”
(Devamı
haftaya…)