Dönüş O'nadır!
Yüreğinde hüznü
taşıyan birine her dem hazandır, her mevsim sonbahar. Ruhu hep yaprak
dökmektedir. Her yolu ayrılığa çıkar, vedalar çöker sinesine. Ayrılık yolunda
döktüğü gözyaşıdır sermayesi hüznünün. Kederli bir gecenin sabahında güneşi
görmeye ve ışığa dahi tahammülü yoktur. Her dem karanlıkta bir başına kalmak
ister. Deli sorular çevreler zihnini, mantık fersah fersah uzaklaşmıştır ondan.
Acıklı şarkının nakaratı misali tekrar tekrar yaşar hüznü. Gitmekle kalmak
arasında orta bir yerde çaresizce kalakalmıştır. Etrafındaki kalabalıkların
azade yalnızlığının ocağında demler hüzünlerini. Bir damla gözyaşında
boğulurken boğazındaki düğümleri katık eder suskunluğuna. Çaresizliğin ne
olduğunu ancak onun gözlerinden okuyabilir etrafındakiler. Lakin onlar da çaresizdir
bu hüznün bakiyesinde. Damdan düşmek gerekir halden anlayabilmek için, ancak
kimsenin damdan düşmeye cesareti yoktur.
Bu çaresizlik
ummanında beklemek düşer payına. Neyi, niçin ve ne zamana kadar bekleyeceğini
bazen bilmese de beklemek, yol gözlemektir nasibi. Kavuşmak umudu değildir onu
diri tutan, beklemenin gizemine sığınır. Beklemek yaşatır köhnemiş ruhunu. Saça
sakala düşen aktır sermayesi, gönlüne çöreklenmiş hasrettir payesi. Avucunda
kalan tek hatıradır mazi. Eski resimlerin avuntusudur çaresizliğin dermanı
şimdi. Her ne kadar dikiz aynasına bakarak yol gidilemeyeceğini bilse de gözünü
alamaz oradan. Bir yanı hep arkada kalmıştır bu yüzden.
Hiçbir veda
vakitsiz değildir, bunu çok iyi bilir, lakin yine de konduramaz insan vedaları
kendine ve ne zaman gelirse gelsin hiçbir vedaya hazır değildir insan. Buluğ
çağı yoktur vedanın. Terk edilmiş olmak değildir hüzünlendiği insanın.
Sevdiğini bıraktığı yerde bir daha bulamayacak olmanın çaresizliğidir yaşadığı.
Sonra bir filmdeki replik dolanır diline, eveleye geveleye söyleyip durur onu: Gitmek
gidene değil, asıl kalana zordur. Yalnızlık tek başına koca bir ordudur
şimdi, kendi kalabalığında bile apansız yakalar ve yener insanı. Her savaştan
galip ayrılır yalnızlık ve ganimeti tek başına bölüşür.
Sonra insanın
nisyan ile malul olduğu fikri gelir aklına. Lakin unutmak ihanettir hatıralara
diye düşünür. Unutmak istemez bütün yaşananları. Unutmak, geçmişini inkârdır
onun için. Bu düşünce dahi başlı başına anlamsız kılar geleceği, hayalleri,
umutları... Peki, unutamazsa başka türlü nasıl yaşayabilir insan. Ne kadar
yalnızlığa iltica etmeye yeltense de hiçbir insan yalnız değildir bu hayatta.
Sadece bir pamuk ipliği ile bağlı değildir hayata. Kendi sevdiğini kaybetse
dahi insan onu sevenlere yaşatmaya hakkı var mıdır kendini kaybettirmeyi? Kendi
vurulduğu yerden başkasını nasıl vurabilir insan?
Ne kadar çaresiz
ve yalnız kalırsa kalsın insan, tüm çaresizlerin çaresi olarak bildiği ve
inandığı “Allah kuluna yetmez mi?” (Zümer Suresi, 36. Ayet) Yeter
elbette. O'na sığınan neyi kaybetmiştir, O'ndan uzaklaşan neyi bulmuştur. Giden
sevgilisi dahi O'nun yanında en güvenli yerdedir.
Burası dünya!
Sınav merkezi! “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve
büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin.” (Enfal Suresi, 28. Ayet)
diye buyuruyor En Sevgili Yüce Mevla. Sabırdır hüznün en güzel ilacı,
çaresizliğin dermanı.
“O'ndan gelen
insanın yine dönüşü O'nadır.”
(Bakara Suresi, 156. Ayet) O'na dönmeyen her yüz “Keşke toprak olsaydım.”
(Nebe’ Suresi, 40. Ayet) demekten kendini alıkoyamayacaktır. Sığınılacak en
sağlam limandır, en güvenli mekândır O'nun huzuru. Gerisi yok olmaya mahkûmdur.
Huzurda durmak, huzura varmak ve dahası huzura kabul edilebilmek olmalıdır
murat.
Bu dünyada her
gidenin ardından bir teselli arar insan. En güzel teselli değil midir dönüşün
ancak Allah'a olması. Ki “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Ankebût Suresi,
57. Ayet) Aksini düşünen insanın ruhunu teskin edecek başka bir duygu yoktur.
Vesselam.