Desem ki
Saat geriye gidiyor, geç kalmıyor. Güneş de öyle. Yağmur topraktan
göklere… Irmaklar dağlara, yaylalara… Tüm çiçekler yapraklarını topluyor, başaklar toprağa çekiliyor.
Meyveler, çiçek oluyor. Desem ki kayıt silindi, tekrar başlıyor hikâye. Ve zamanı
başa sarıp uyansak yeni bir güne.
Bir çocuk masumiyetiyle hayaller
kurmak en temiz dua değil midir? Tüm ihtimaller kalbimde. İhtimal diyorum
hakikat oluyor. Zira bazı ihtimallerin gerçeğe dönüşmesi mümkündür. İhtimal içinde ihtimal değil midir kader? Büyük kurgunun bilinmezliği olsa da bir şeyi biliyoruz
artık: Muvâfıktır ruhumuz.
Güneşi camın arkasından görmek, adı üstünde güneşlik var, böyledir
hayat. Evet, yanlış değil, yanılgı hiç değil. Ama bir engel var her zaman.
Ancak bir ihtimal de var. Tüm ihtimalleri içimde büyütüyorum, seviyorum.
Desem ki öldürdüm önceki beni, şimdi bende yeni bir ben var. Nedir ki şu
yıldız kayması? Güneş tutulması mıdır yoksa ihtimaller? Neden yüzümüz silinip
silinip tekrar yazılan defter sayfası? Hatasız çekmek mümkün mü çizgiyi? Kalemi
eline yeni alan çocuk acemiliğine sayalım tüm hataları. Tabiî ki yazımız çok
güzel olmayacaktı. Diyorum ya acemilik!
Şimdi desem ki baştan başlayamasak bile bir ihtimali düşünsek. Değmez mi
çiçekler baharı beklerken? Değmez mi durgun göle düşen hayale? Ve değmez mi
ölgün bir kalbin ve rengi solan bir
canın tekrar yaşamasına? İhtimal, zamanı sarıp sarıp hayal gemisine binen bir
meczubun hesabıydı. Yaşayarak yazmak, yazarak yaşamak… İnanıyorum bu sabır
ağacının meyvesi bir gün yetecek ve rengini bulacak. İçimizdeki çalkantı
duracak, bir mavna gelip derdimizi alacak. İçimiz sükûnetin limanı…
Desem ki takvim yaprakları hiç düşmemiş. Durmuş, âlemde ne varsa. Arılar
kovanında uyumuş, çiçekler açmamış. Sular
yatağında, tohum toprakta, yağmur bulutta, dua kalpte… Ve bir şiir
kalemin ucunda. Hasretin üşüyen
ellerini ısıtıyor sıcak bir nefes. Bir nağmenin tınısı içimi onarıyor. Deli bir
gönülde anlamını buluyor sözler. Zaman güzelleşiyor. Mekân dile geliyor. Bir
ses, bir sese karışıyor. Eski bir kilimin deseninde solan renkler canlanıyor.
Eskitme değil burada hatıralar. Yeniden başlayamaz mı hikâye?
“Ben sende yaşıyorum/Sen bende hüküm sürmektesin” diyordu “Desem ki” şiirinde Cahit Sıtkı. Hüküm
şimdilik böyle olsa da hikâyenin sonunu beklemek gerekmez mi? Bir mucize yaşamaktayız her an. Nefes almak mesela. Konuşabilmek,
dile getirebilmek. Dilimiz mesela. Şimdi aynı anda aynı duyguda buluşan
cümleler. Hiçbiri rastgele değildi. Rüzgârda
düşen yaprak bile buna dâhildi. Her nesnenin son bulacağı bir yer olsa
gerek.
Yeniden başlıyor tüm filmler. Tekrarını izler gibi değil, ilk kez
izler gibi. İlk kez karşılaşmış gibi bir şaşkınlık ve mahcubiyet
taşıyoruz yüzümüzde. Karnesini gizleyen
çocuk endişesi. Oysa kırık notlar değildi gizlememiz gereken kırık kalplerdi.
Üşüyen ellerimizi cebimizde değil, sevdiğimizin nefesinde ısıtmak değildi miydi
hayalimiz?
“Şehir nerde
bitiyor sen nerde başlıyorsun/Ben nerde bitip nerde başlıyorum?” derken Nazım, hep yeniden
başlamak fikriyle ayakta durmuyor muydu?
Hep
dökülen sitem, hep yarım kalmış şiirler. Ancak zaman güzelleşiyor bir çiçeğin
yüzünde. Bir güzel yorgunluk birikiyor şimdi. Göğsümde sıkışan her kelime
hareket emrini bekliyor. Desem ki bak, pencere kenarlarından gizlice. Müjde
olsun içimde filizlenip büyüyen niyetim.
“Sırrı açıklamak yük olacaksa…”
Sır, sur oluyor. Korunağımız
gönlümüzdür. Bir kâğıt hafifliğinde kayıklar yüzüyor iç denizlerimizde ruhumuzu
alıp götüren.
Dönmek mümkün müdür çıkılan seferden? İhtimaller tutuşturucu çırasıdır ateşin. Yanmadan olanların ömrü berhevâ değil midir? Desem
ki şimdi, şimdi sevmek vakti.