İman edenler için arınma ve muhasebe vesilesi bir ay olan Ramazan iklimi, insanlığın büyük bir kesimi tarafından hamdle, şükürle değerlendirilir. İnananlar bu ayın getirdiği kazanımlara ulaşmak için çaba harcarlar. Yaratılışın temel amacı olan değerlerle yeniden buluşup, kişiyi ölüm sonrası ebedi hayatın huzuruna kavuşturacak bir arınmanın telaşına kapılırlar.
Kopması mümkün olmayan bu kulpu henüz tutamamış olsa da, insanlığa, inançlara, insan hayatına olan saygısından ötürü mü’minlerin bu heyecanını anlayışla karşılayan, onları tebrik eden kesimler de oldukça fazladır. Dini hayatın gereği olan ibadetlerin rahatça tatbik edilebilmesi için Müslümanlara her türlü imkânı sağlayan bu farklı inanç sahiplerinin anlayışı da takdire şayandır.
Haksız yere kan dökmek, hak yemek, bir bölgenin, bir kavmin insanlarına sadistçe acılar yaşatmak günahtır, suçtur. Hele bu suçlar, insanların içlerine kapandıkları, yaratıcıyla aralarını düzeltmeye çalıştıkları kıymetli görülen bir dönemde gerçekleşirse daha kabul edilemezdir. Maalesef, ihtirasların dizginlendiği, tefekkür ve istiğfarın arttığı böylesine önemli bir zaman diliminde bile kendisini durduramayan taşlaşmış kalpler eksik olmaz. Onlar için insana, inanca, ibadete hürmet diye bir şey yoktur. Dokunulmazlığın geçerli olacağı bir anın varlığına da inanmazlar.
Oysa insan olmanın en temel işareti anlayıştı, saygıydı. Savaşmayanla savaşılmaz, ibadethanelere kapananla savaşılmaz, evinde çocuklarını sarıp sarmalayan analarla savaşılmazdı… Hürmet beklenen dönemlerde savaşılmaz, kan dökülmezdi…
İçerisinde bulunduğumuz Ramazan ayında bu hürmetsizliklere fazlasıyla tanık olduk. Dünyanın birçok yerinde, özellikle yakın bölgemizde kanlar döküldü, canlar alındı. Acı olan bu cinayetlerin işlenmesi değildi sadece… Bazı kesimlerin verdikleri veya veremedikleri tepkiyle kurdukları ilişki daha fazla şaşırtıcı ve kabul edilemezdi. Bu insanlar, tepki göstermek için adeta acılar içinden acı seçiyordu. Önce, ülkesinin, partisinin, kavminin, grubunun, mezhebinin çıkarına uyup uymadığına bir bakıyor, sonrasında bir tavır oluşturmaya çalışıyorlardı. En utanılması gereken de bu yaklaşımdı aslında…
Suriye’nin Lazkiye bölgesinde 200’den fazla güvenlik görevlisini öldüren isyancılara yönelik yürütülen operasyonlarda intikam duygusuyla hareket eden bazı kişilerin sivil halktan da ölümlere sebep olduğu ortaya çıkmıştı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, çoğu erkek 800’den fazla sivil yaşamını yitirmişti. Katledilenler arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bu kabul edilemez bir hadiseydi ve itiraz etmek gerekirdi. Suriye’nin yeni devlet başkanının bile “soruşturma başlatacağız” dediği bu olaya “nasılsa Nusayri, Alevi ölümleri” diyerek sessiz kalanlar görülmüştü. Hatta memnuniyetle, zevkle paylaşımlara bakanları da görmüştük.
Ama aynı zamanda, bugüne kadar kafalarını topraktan çıkartmayan bazı fırsatçıların da harekete geçtiğine tanık olmuştuk. Suriye’deki diktatörlüğün 14 yıl boyunca sayılarının 600 bin kadar olduğu düşünülen insanları, bazen varil bombalarıyla, bazen kimyasal silahlarla, bazen de toplu mezarlara gömerek katletmesine kıllarını kıpırdatmayanlar, şimdi “Aleviler katlediliyor” bayraklarıyla meydanlara salıverilmişlerdi. Sednaya Hapishanesi gerçeğini görmeyenler, göremeyenler son Lazkiye olaylarıyla görünür oluvermişlerdi.
Yine bu ay içinde, ABD ve İngiltere'nin Yemen'in başkenti Sana ile Sada kentlerine düzenlediği hava saldırılarında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere onlarca kişinin öldüğünü, yüzlercesinin de yaralandığını gördük. Tüm uluslararası hukuk ve sözleşmeler açıkça ihlal edilmekte, dünyanın fakir ülkelerinden biri olan Yemen, Gazze’nin yanında yer almanın faturasını ödemekteydi.
Ses çıkartmalı, isyan etmeliydik. Ama durun, onlar İran destekli Şii’lerdi. Kınamasak, konuşmasak da olurdu. Emperyalistlerin hunharca saldırılarına karşı yapılması gereken açık bir itiraz olmalıyken, mezhebi ve ulusal bagajlar yine insanca tavrın ertelenmesine sebep olmuştu.
Tam bu esnada Suriye’den acının yeni sesleri işitilmiş, yeni dramatik görüntüler sosyal medyaya düşmüştü. ABD destekli çetenin işgali altındaki Ayn el-Arab’da bir gece vakti bir köy evi vurulmuş, 7’si çocuk olmak üzere 9 sivil hayatını kaybetmişti. Ölen Araptı, Kürttü.. Ne fark ederdi ki… Ölen insandı ve buna sebep olan kimse hesap vermeliydi. Ramazan ayında işlenen bu cinayetler de ırkçı ve ideolojik tepinmelerin tozu duman altında görünürlüğünü kaybetmişti.
Ve tabi ki Gazze… İşgalcinin 19 Ocak'ta varılan ateşkes anlaşmasına uymayarak bir sahur vakti başlattığı saldırılar son ayların en acı tablosunu ortaya çıkarmıştı. Filistinlilerin çadırlarının, sığındığı okulların ve ayakta kalan son evlerinin bombalandığı saldırılarda 500’den fazla insan katledildi. Bu saldırılar da, bugüne kadar sivil yerleşim alanlarını, hastaneleri, ibadethaneleri ve mülteci kamplarını hedef alan işgalci israil’in yürüttüğü sistematik soykırımın bir parçasıydı. Netanyahu’nun bu kadar zalimce hareket etmesinin açık bir sebebi de, hiç şüphesiz ABD Başkanı Trump’un ona arka çıkan açıklama ve adımlarıydı.
Yemen’e dikkat çekenler Suriye’de 14 yıl yaşanan vahşete kör ve sağır kalmıştı. Ayn-el Arab’ı gündemleştiren ve Lazkiye’ye ses çıkartanlar Gazze’yi görmüyordu. Gazze konuşanlar Yemen’e değinmiyordu. Ölen bedenlerin kartvizitlerine bakmaya eğilmek büyük bir düşüklüktü ve bundan kurtulmalıydı insanlık…
“Kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana” anlayışını nebevi bir duruş olarak kuşanmalı, böylece Allah’ın değer verip yarattığı insan mertebesine ulaşmalıydık.