İslam’a ilk olarak “Orta Çağ” etiketi yapıştıranlar, oryantalistler ve misyonerlerdir.
Hak ile bâtıl mücadelesi kıyamete kadar süreceği için, bâtıl olanların
İslam’a bir takım stratejik karalamalar
yapmaları beklenmedik bir durum değildir.
Savaş taktiğidir.
Tuhaf olan, içimizden birilerinin bu oryantalistlerle iş ve fikir birliği içinde olmalarıdır.
İslam, dinamiktir, statik değildir. Bu nedenle 1450 seneden beri yeryüzünde gündemi belirleyen başat aktör olmayı
sürdürmektedir.
İslam, Orta Çağda falan kalmamıştır. Her çağda vardır, kıyamete kadar da
batılın korkulu rüyası olmayı sürdürecektir.
Mukaddes “İslam”ın önüne ardına “Orta Çağ” sıfatını ekleyenler bilhassa
19 asrın pozitivist, vülgermateryalist
karanlığına, bataklığına saplananlardır. Takvimlerin 21. asra geldiğinden
haberleri yoktur.
“İslam” ve “Orta Çağ”ı bir arada anmak, 19. asırdan kalma, bayat, miadı
geçmiş, demode bir taktiktir. Seçim
falan da kazandırmaz.
19. asırda güç zehirlenmesine uğrayan “modern
zamanlar firavunu Batı” İslam’a
şiddetle savaş açmıştı. Pozitivizm,
vülgermateryalizm, o firavunun dini idi.
Bizden de o firavunu tanrı edinenler epeyce olmuştu. Beşir Fuad, Baha
Tevfik, Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza o firavunun kullarından bazılarıydı.
Rivayet odur ki 1875-1885 arasında doğmuş 200 kadar kişi Türkiye’nin
rotasını değiştirmişlerdir.
Günümüz cahiliyesinin Beşir Fuad, Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Ahmet
Rızaları, anakronik, çağdışı düştüklerine aldırmadan, saplantıyla, ısrarla,
siyaset pazarında tezgâh açmaya devam edebiliyorlar.
***
Kemalizm mi? Cumhuriyet mi?
Birkaç gün önce Cumhuriyet
Gazetesi, Sabih Kanadoğlu için, “Bir
yurtseverin Cumhuriyet karşıtları ile
savaşı” başlığını attı.
Bir süre önce de, Baykal, CHP’den
ayrılan Muharrem İnce için, "İnce'nin
ayrılmasına da parti kurmasına da göz yumamayız, hazmedemeyiz. Cumhuriyete inanan CHP'liler bu
ayrılığı hazmedemez"
İfadesini kullandı.
Burada “Cumhuriyet” kelimesinin kullanılması
ile sanırsınız ki, Türkiye’de
yığınla “Saltanat taraftarı” vardır,
akşam sabah “saltanat isteriz” diye
yırtınmaktadırlar da, bunlara karşı da “cumhuriyetçi”ler
vardır!
Değil normal vatandaştan, “Osmanlı
Hanedanı” üyelerinden bile tek kişinin “saltanat
talebi” işitilmiş, duyulmuş değildir.
Peki o zaman, Cumhuriyet Gazetesi ve Baykal’ın ve o camiadan birçoklarının
sakız gibi çiğneyip durdukları “Cumhuriyet”
ile neyi kastetmektedirler?
Bir de şu var; Sabih Kanadoğlu gibi düşünmeyenler, “yurtsevmeyenler” midirler ki, Kanadoğlu “yurtsever” olmaktadır?
Bu dil ayrıştırıcı, aşağılayıcı, hakaretamiz bir dil değil midir?
Aynı kesimler bir zamanlar da “cumhuriyet”
ile “demokrasi” kavramlarını kasten
karıştırır, “cumhuriyet”i “demokrasi” ile
eşanlamda kullanırlardı.
Demokrasi olup cumhuriyet olmayan, cumhuriyet olup demokrasi olmayan,
onlarca ülke sayabilirsiniz.
“Cumhuriyet” kelimesi ile sinsice
bir hileye başvuruyorlar.
Kastettikleri “cumhuriyet”
değil, bal gibi “Kemalizm”dir.
Yukarıdaki bahsedilen cümlelerinde “cumhuriyet” yerine “Kemalizm”
yerleştirirseniz, neyi murat ettikleri daha net görülmektedir.
Bu arada şunu da belirtmekte yarar görüyorum: Bu ülkede “Kemalizm” 1800’lerin
ilk yarısında başlamıştır.
Açık açık “Kemalizm” kelimesini sarf edecek kadar cesur ve yürekli
olmadıklarından, halk nazarında karşılığının bulunmadığının farkında
olduklarından “Kemalizm”i “Cumhuriyet” kılıfı içinde servis ediyorlar.
“Cumhuriyet” en yalın haliye bir kişi ya da zümrenin değil, kayıtsız
şartsız halkın iktidarıdır.
O kesimler, her zaman kendi zümrelerinin halka rağmen iktidar olmasını, oligarşiyi yeğlemiş, halkı
“göbeğini kaşıyanlar, davul kafalılar, kömürcüler, makarnacılar, hasolar,
memolar” diye aşağılamış, halkı iktidara
ve iktidarı tayin etmeye layık görmemişlerdir.
Bir taraftan halka aşağılayıcı ifadeler sarf edip, bir taraftan “halkçı”
yani “cumhutiyet”çi nasıl olunabiliyor?
28 Şubat’ta Kanadaoğlugiller, halkın üzerinden tank geçirmemişler miydi?
Bu entrikayı da ancak mahut kesimler becerebiliyorlar.