Her dua içinde bir sabrı saklar. Her kalbin şifası başka bir kalpte bekler. Her tohumda bir bahar… Baharda yeni umut ve diriliş müjdesi var. Ne güzeldir bahar!
Durağan ve sakin bir zamandan sonra taptaze ve coşkulu duygular bahar seli olur. Durmaz, durdurulamaz ve kavuşmak ister her can, kendisine can olacak başka bir cana. Zaman ister dursun ister sular kurusun kavuşmanın önünde hiçbir şey duramaz. Suyun mermeri delmesi böyle bir sabrın zaferidir. İstikrar ve inanç her engeli aşar ve kavuşacak olan kavuşur. Yılmak, usanmak kaybetmektir. Bunun için ısrar ve arzunun daimiliği yol açacaktır. Açmayan çiçekler açacak, gülmeyen yüzler gülecek ve her dert dermanını bulacak. Yeter ki bahara inanalım, içimizdeki tohumları öldürmeyelim.
Kışta baharı andıran güneş olur. Baharda da kış hatırlatabilir kendisini. Unutturmak zordur. Unutmak. Unutmak ne acıdır, ne büyük bir yıkımdır. Kurulan hayallerin, yaşanılan her anın yok olması bir yangın değil de nedir? Yangında ilk kurtarılacaklar arasında ne vardır, bilir misiniz? Hatıralar. Evet. Hatıraları kurtaracak olan ne ise ona sarılmak, onu yaşatmak. Şimdi bir şarkının sözleri ve ezgisi bahar gibi umut aşılıyor: “Aşkın bahardı, ümitler vardı/ Sen gittin diye gönlüm karardı” Niye kararsın gönül? Niye ölsün içimizdeki umut? Oysa baharda doğmuştu güneş, tam da böyle bir nisan gününde toprak yarılıp filizlenmişti umutlar. Bahar yine bahar ama nisan şimdi kışa çevirmiş yüzünü.
Cümleler dökülür de kim toplar? Avuçlar acı sözlerle dolu. Kim, yüzünü gökyüzüne çevirir? Kim, yumuşatır demirden sözleri? Bahar oysa ışıl ışıl aydınlık getirmemiş miydi? Duaların makbul olduğu vakti ve yeri bilenler bizi de kabul etse halkasına. Namludan çıkar gibi çıkan sözler, sinemize battıkça batıyor. Ne acımasız çağa uyandık. Hâlimiz ne yamandır. Şimdi bahar… Çiçekler yandı, umutlar azaldı. Bahar nerede? Ağzına baktıran söz sahibinin kalbi nasıl yumuşar ki? Yumuşar mı sert bakışlar, hafifletir mi bu cezayı, bin ahlar ve gözyaşları? Şimdi bahar gelmiş, gelmiş mi sahi?
Gitmek
Ağırlığın altındaki hamalın kalbini yoran neyse odur hâl. Ayrılık en büyük yük değil midir? Yıpratır, sızlatır, acıtır. Yıpranmak gurbete düşmekle başlar. Hamalın yüzündeki derin çizgilerin hikâyesini çözümleyebilecek var mı? Var mı bir kuram? Gitmişse güneş, toprağın yüzü soğur, çatlar, kurur. Bir gülümseme değse bağrına, topraktan neler doğacak ama güneş çekmiştir ışığını. Şimdi bahar ve bir yakarış duyulsun diye eşikte bekler biçare can. Gitmek, hatırayı da alıp götürmek değil ki. Yüzde, gözde ortaya çıkar her hatıranın izi. Belki bahar merhem olur, olur ama gelirse bahar.
Veda
Ölüm bu kadar acı olmazdı sonsuz veda olmasa. Sırlı perde açılıp gösterse yüzünü hasret duyulan. Ölümle kesilir ip, düşer can sonsuzluk kuyusuna. Hangi güzel, yatabilir ki güzellik uykusuna? Sebep olmuşken bir kalbin susuşuna. Veda kış, vefa bahar… Çözülsün buzdan kelimeler, kelimeler ki ısınınca alın yazısı olacak. Alın yazısı derin çizgiler… Baharla kalkar mı engeller?
Bırakmak…
Bırakmak o kadar çok anlama geliyor ki. Acılar içinde bırakmak, terk etmek, ölüm sebebiyle kaybetmek, yanına almamak, başkasına vermek, sınıfta bırakmak, koyup gitmek, boşamak, alışkanlıktan vazgeçmek, unutmak, ertelemek… Gerçek veya mecazi anlamda öyle çok anlamı var ki bırakmanın. Hepsi bir tarafa bir de derin iz bırakmak var. Siz bırakıp gidersiniz, bıraktığınız yıpranır, geçer, eski hâlinden eser kalmaz. Ama bırakıp gitmekle yok olmaz ki. Derin iz bırakmışsanız, bıraksanız da bırakmasanız da bırakılanda kalırsınız hem de hiç gitmezsiniz ondan. Onda kalırsınız, onda yaşarsınız. Hep baharı bekler gibi bekler bırakılan. Birgün, bir gül açılır, bir gülersiniz ki ömrünüz bahar olur.
Hoşça kal…
Hoşça bakabilirseniz zatınıza hoş kalırsınız. Yok, eğer bırakılmışsanız aynaya bile dönüp bakamazsınız. Bırakılmak, terk edilmek ve unutulmaktır. “Hoşça kal” burukluk taşır içinde. İstemeye istemeye gidilmiş olsa da sonunda kalan vardır geride. Hoş olan gitmişse kalan nasıl hoş kalır ki? Uçuk olur mu çiçekte, merhemi bir dudakta, müjde ise uzakta… Şimdi bahar yetişir mi imdada?