Dogma
İnsanlık tarihi boyunca birçok inanç ve düşünce sisteminin temelini oluşturan dogmalar ve dogmatik düşünce biçimi, kişilerin düşünsel gelişimlerini kısıtlamış, toplumsal yapıların gelişime kapalı hale gelmesine yol açmıştır.
“Bu daima böyledir,
her zamanda ve her koşulda böyle kalacaktır, bu belirtilenin tek doğrusu ancak
bu olabilir ve başka türlü bir açıklaması olamaz, buna karşı geliştirilecek
farklı bir yaklaşımı düşünmek bile bozgunculuktur” bağrışları, dogmatik
anlayışın iğdiş ettiği zihinlerden yankılanan, muhataplarına ıstırap çektiren
ısrarcı sözlerdendir.
Her türlü inceleme ve eleştirinin üstünde tutulan, sorgulanamayan,
doğruluğu tartışmasız görülüp değişemez sayılan düşüncelere “Dogma” deniliyor.
Bir sistemin, bir düzenin en iyi şekilde temellendirildiğine
inanıldığından, onun korunması için sürdürülen kaba saba çaba, “Dogmacılık”
olarak tezahür ediyor.
Genelde ahlaki ve dini konular üzerinden gündeme getirilen
bu anlayış aslında siyasal rejimlerin içerisinde çok daha güçlü bir şekilde yer
almakta… Bu türden rejimlerin içerisinde üretilen ve adeta kutsanan “kurucu
irade” denen merkezin çizdiği tek bir çizgiye yan bakmak, yazdığı tek bir
satıra eleştirel yaklaşmak adeta imkânsız…
İnsanlardan, kendilerini cumhuriyetin tek sahibi olarak
gören azınlıkçı elit bir kesimin biçtiği elbisenin tek ve en uygun model
olduğuna inanılması isteniyor. Adeta kendilerine kutsiyet atfedilen “kurucu
nesil” veya “kurucu irade” kavramları üzerinden bu dayatma mistik bir hale
sokuluyor.
Yeni Anayasa tartışmalarının yapıldığı şu günlerde konu yine
geldi 4. Madde’de düğümlendi. Anayasaların değişmez, değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin olmasını insan aklına konan
bir ipotek olarak değerlendirenlerle, parti tüzüklerini anayasaya geçirmiş
siyasi geleneğin ideolojik itirazları arasına sıkışmış girişimin sağlıklı bir
netice doğuracağını sanmıyorum.
Amerika, Avrupa, Asya-Ortadoğu, Afrika ülkelerinden toplamda
43 ülke anayasası üzerinde yapılan araştırmalara baktığımızda, 43 ülkenin sadece
19’unun anayasasının değiştirilemeyen hükümler barındırdığı görmekteyiz. Ancak
bu hükümler bile sadece hükümet şeklinin Cumhuriyet olması ile
sınırlandırılmış…
Darbecilerin oturup yazdığı ve 1982 zihninin bir ürünü olan
anayasada görülen “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez”
vurgusunun ise hunharca bir psikolojiyle tasarlandığını açıkça hissediyorsunuz.
Ancak 12 Eylül faşist zihniyetinin aklına gelebilecek olan bu bölüm, daha önce
ne 1924 ne de 1961 darbe anayasasında görülüyor. Bir toplumu aşağılayan ve onun
aklını yok sayan bir bakışın ürünü olan bu ifade, o dönemin anayasa
yazıcılarının bile aklına gelmemiş.
Sürekli millet iradesinden bahsedip ama gerçekte onun üstüne
başka bir “Kurucu İrade” koyup CHP’nin 6 okunu kurucu devlet ideolojisi gibi
tartışma dışı tutmak “Dogma” değil de nedir!
Genellikle siyasal ve ideolojik temelleri olan dogmalar,
belirli bir düzenin korunması amacıyla oluşturulmuş kalıplaşmış cümleler,
sorgulanmadan kabul edilen, değiştirilmesinden rahatsızlık duyulan statik
düşünceler değil midir? Bu türden yaklaşımların, insanların eleştirel düşünme
yetilerini köreltip onları pasif, edilgen kimlikler haline getirdiği açık değil
midir?
İnsanları yeterli, reşit görmeyen elitlerin, milleti millete
rağmen yönetmeyi maharet bilmelerinin değişeceği dönem daha gelmedi mi?
İçerikten ve maddelerden tamamen bağımsız bir şekilde
söylemek gerekir ki, vesayetçi bir iradenin gölgesinde yürütülecek yeni Anayasa
çalışmalarının hiçbir anlamı ve faydası olmayacaktır. Mevcut olanın öfke ve
hınç kokan haline dokunmadan yeni bir anayasa yapmak, 'yeni' adı altında
eskinin ideolojik ve vesayetçi dar kalıplarına hapsolmaktır.
Anayasaları maddeler değil, bu maddelerin kendi inanç
değerleriyle barışık olduğuna inanan insanlar ancak koruyabilirler.
İnsan iradesine, yarınlarda oluşacak muhtemel uzlaşılara ve
yepyeni toplumsal sözleşmelerin gelişimine engel olan bu bağnaz ve dogmatik
anlayışla hesaplaşmadan yeni bir yüzyıldan bahsetmek çok da mümkün olmayacak.