Marifet iltifata tâbîdir
Müşterisiz
meta zâyîdir
Biliriz
ki Osmanlı Padişahları, beğendikleri mȗsikîşinasları, şair ve nâsirleri
yanlarında nedim olarak tutarlardı. Padişahın müsahibi olmak, onlar için büyük
bir iltifattı. Padişahın yanında nedîm olmak demek bir yerde padişaha arkadaş
olmak demekti. Fatih Sultan Mehmed ile büyük mȗsikîşinas Mevlânâ
Abdülkâdir
arasındaki dostluk, Vezir-i âzam
Mahmud Paşa’yı bile kıskandıracak seviyedeydi. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed
Han’ın çevresinde Melîhî, Aşkî ve Lâlî
gibi şairleri görmekteyiz. Kanuni Sutan Süleyman Han,
âlim bir şair olan Bâkî’ye iltifat etmiş, yanında bulundurmuş ve ona önemli
makamlar vermiştir. Yavuz Selim’in nedîmi âlim
ve şâir
bir zat olan Halîmî’dir. Tahta geçtikten sonra padişah, Halîmî’yi en yakın
arkadaşı olarak yanında tutmuştur. Şair Necâtî
ise II. Bayezid Han’ın musâhibi
olmuştur. Sultanlar, sık sık ilmî ve edebî sohbetlere iştirak etmişler ve bazen
sanatlı bir beyit için cömertçe ihsanlarda bulunmuşlardır.
Hünernâme’nin
yazarı Azerî Seyyid Lokman, Sultan Süleyman’ın İran Seferi için Halepte
kışladığı zaman, Lokman, babası ile birlikte Halep’e gelir ve çok önemli bir
şair ve münşî olan Şemsi Paşa ile görüşürler. Paşa, genç şair Lokman’ın
babasına iltifatta bulunur ve Lokman’ı bir şiir meclisinde şiir okuması için
teşvik eder. Lokman’ın mecliste okuduğu şiirlerden birini padişaha göstermeye
layık bulur ve 1549 baharında Sultan, Diyarbakır tarafında bulunan Elmalılı’da
dinlenirken Şemsi Paşa Lokman’ın gazelini Padişaha sunar. Lokman, gazelinde
padişahtan şöyle ihsan istemektedir: Çü bî-tâb
oldı cȗdundan zer ü sim ü güher şâhâ/
Sarardı zer bozardı akçe odler düşdi mercâna;
yani “Ey Şâhım, senin cömertliğin
karşısında altın, gümüş ve mücevherler takatsiz kaldılar. Altının rengi
sarardı, akçeler bozardı ve mercan ateşlere düştü.” Padişah, şiiri çok beğenir.
Şiirin şairine yüz altın câize
bağışlar ve Diyarbekir Evkaf’ından bir maaş bağlanmasını emreder. Bu vesile ile
genç Lokman, kendisini ilim tahsiline vermek için bir imkân elde etmiş olur.
Padişah daha sonra Elmalılı’da dinlenirken sefere kendisi ile beraber gelen
Şemsî, Haydar, Remmâl
ve Hayâlî
gibi şairlere Lokman’ın şu beyitini gönderir: Eyyȗb kıssasın dime her
dinleyen bilür/Âşık
gibi belâya
düşüp inleyen bilür. Şairlerin
her biri, bu beyite, bir beyit daha ilave ederek gazeli tamamlarlar
Tüm
bu anlattıklarımızla birlikte bazen şair ve yazarlar bekledikleri iltifata
mazhar olamamışlar ve hayal kırıklıkları yaşamışlardır. Bunlardan birisi de Firdevsî-i
Rûmî, Firdevsî-i Tavîl, Uzun Firdevsî veya Türk Firdevsî olarak da bilinen Şerefeddîn
Mûsâ’dır. Çok yönlü ilmî bir kişiliğe sahip olan bu zatın Süleymân-nâme adlı
eserinin 75. cüzünün önsözünde hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgiler
bulunmaktadır.
Firdevsî
hayatını Edincik, Bursa, Manisa, Balıkesir ve İstanbul’da geçirmiştir. Rivayete
göre büyük bir heyecanla II. Bâyezîd’e 330-380 ciltlik Süleymân-nâme adlı eserini
sunmuştur. Eser, padişah tarafından çok hacimli bulunmuş ve içinden 80 cüzü
seçilerek diğerleri yaktırılmıştır. Bunun üzerine büyük bir kırgınlık yaşayan
Firdevsî’nin padişahı hicvederek İran’a kaçtığı ve orada öldüğü söylenmektedir.
El-hâsıl;
mârifet
iltifata tabidir. Müşterisiz meta zâyîdir.