Dostum, şu sükûnet mevsiminde, şu iftar vakitlerinde biraz kendi yalnızlığını davet et… Yahut sen kalk git, o kendi yalnızlığına.
Evet, biliyorum iftar sofrasını geniş tutmalı, eş-dostla muhabbet demlerinde buluşmalı… Hoş nazarlar almalı. Tebessümü, hatırı ve hayrı artırmalı. Haklısın; lakin şu Ramazan ayında bir kerecik de olsa, sadece bir iftar zamanında da olsa o kendi yalnızlığınla kalıver. Kendi yalnızlığın derken, aklını, gönlünü ve vicdanını kastettiğimi biliyorsun. Seni, o özünü…
İnsan en çok da kendinden kaçar… Sosyalleşme, orada burada bulunma, isbât-ı vücut etme gayretlerini hatırla. O hatırlayışta sen var mısın? Oralarda gezinen sahi sen misin? Hayır, hayır, samimiyetle soruyorum: Şu bilmem ne işverenler derneğinin iftar sofrasında bulunan sen misin yoksa oradaki yüzün mü? Elbette kalkacak gideceksin, davete icabet edeceksin. Elbette çağıracak, sofralar kuracaksın. Demem o ki aziz dostum, bunları yaparken kendine gelmeyi de ihmal etme.
İftara az kaldı… Bir on dakika kadar. Kendi yalnızlığında kurduğun sofrada sabır ve namaz (niyaz) ile yönelişi düşünüyor, sadece ellerini değil aklını ve gönlünü, hatta bütün organlarını zamanın ve mekânın sahibine açmış, samanyolunda bir ziyafettesin. Tadını çıkar… Şu iftar vakitlerin, senin itikâfın olsun.
Hâlin mübarek, sofran bereketli olsun azizim dostum, tebrik ederim.
Bilal Kemikli