Bilgiye erişimin en kolay olduğu çağdayız. Birkaç tıklamayla kütüphanelere, bilimsel araştırmalara ve düşünce tarihine ulaşabiliyoruz. Yapay zekâ, büyük veri, kuantum bilgisayarlar ve uzay araştırmaları, insanlığın sınırlarını genişletiyor. Ancak bir soru hâlâ geçerliliğini koruyor: Bilginin gerçekten özgür olduğu bir çağda mı yaşıyoruz, yoksa görünmez sınırlarla çevrili bir dünyada mıyız?
Tarih boyunca bilimin gelişimi, yalnızca teknik ilerlemelerle değil, aynı zamanda o dönemin düşünsel ve siyasi atmosferiyle de şekillendi. 16. yüzyılda yaşayan Giordano Bruno, bilimin önündeki engelleri en ağır şekilde deneyimleyen isimlerden biriydi. Kopernik’in güneş merkezli evren modelini savunan Bruno, çok daha ileri giderek evrenin sonsuz olduğunu, yıldızların da tıpkı Güneş gibi birer merkez olabileceğini, hatta bu yıldızların etrafında başka gezegenlerin dönebileceğini öne sürdü. Bugün modern astronomi ve astrofizik bu fikirlere dayalı olarak evreni inceliyor. Ancak Bruno’nun yaşadığı dönemde bu görüşler yalnızca bilimsel bir teori değil, aynı zamanda otoriteye meydan okuma olarak görülüyordu. Bilgi üzerindeki kontrol, yalnızca akademik bir mesele olarak kalmamış, siyasi bir güç olarak da kullanılmıştır. Sonunda Bruno, fikirlerinden vazgeçmediği için Engizisyon mahkemesinde yargılandı ve 1600 yılında Roma’da diri diri yakıldı.
Bruno’nun hikâyesi, bilginin baskılanmasının yalnızca fiziksel engellerle değil, düşünsel bariyerlerle de sağlanabileceğini gösteriyor. Peki, günümüzde bilginin önündeki engeller tamamen ortadan kalktı mı? Artık kimse meydanlarda yakılmıyor, ancak modern çağın sansür mekanizmaları çok daha sofistike bir hale geldi. Dijital dünyada bilgi, görünmez süzgeçlerden geçirilerek denetleniyor. Arama motorları, sosyal medya algoritmaları ve içerik filtreleme sistemleri, hangi bilgilerin daha görünür olacağına karar veriyor. Bir düşünce, eğer algoritmalar tarafından yeterince “önemli” görülmezse, büyük kitlelere ulaşamadan kaybolabiliyor. Dahası, yapay zekâ tarafından üretilen içerikler ve büyük veri analizleri, çoğu zaman popülerliği artırmak üzerine kurulu. Bu da yeni ve sıra dışı fikirlerin geri plana itilmesine neden olabiliyor. Tarihte radikal görülen bilimsel düşünceler zamanla kabul görüp insanlığın ilerlemesine yön verdi. Peki, bugün, algoritmaların belirlediği sınırlar içinde kalan bilgiler, benzer bir süreçten geçme şansına sahip mi?
Bilginin özgürleşmesi, yalnızca teknolojik gelişmelerle değil, aynı zamanda bilginin paylaşılma biçimiyle de ilgilidir. Tarih, baskılanan fikirlerin er ya da geç hak ettiği yeri bulduğunu gösteriyor. Ancak bugün, bilgi üzerindeki denetim, geçmişten çok daha ince ve algılanması zor bir hale geldi. Dijital dünyada hangi fikirlerin öne çıkacağına, hangilerinin geri plana atılacağına artık bireyler değil, kodlar ve veri akışları karar veriyor.
Bruno’nun sonsuz evren fikri gibi, bilgi ve düşünce özgürlüğü de gerçekten sınırsız mı, yoksa görünmez duvarlarla mı çevrili?