Tel Aviv saldırılarına nasıl bakmalı?
Filistin’in
işgal altında bulunan topraklarında, Siyonist yerleşimcilere ve İşgalci
İsrail’in güvenlik güçlerine yönelik son 20 günde 4 saldırı gerçekleşti. İlk
saldırı Birusseba şehrinde 22 Mart'ta düzenlendi ve bıçaklı saldırıda 4 yerleşimci
öldürüldü. Hadera şehrinde ise 27 Mart’ta 2 Siyonist İsrail polisi öldürüldü.
Beni Barak şehrinde 29 Mart akşamı düzenlenen silahlı eylemde ise biri polis
olmak üzere 5 yerleşimci öldürülmüştü. Olayda, eylemci, kadınları ve çocukları
olay yerinden çıkardıktan sonra silahını ateşlemeye başlamıştı. Son olarak 7
Nisan Perşembe akşamı Tel Aviv’in kent merkezindeki Dizengoff Caddesi'ndeki bir barda
gerçekleşen saldırıda 2 yerleşimci öldürüldü.
Peşpeşe yaşanan
saldırı dalgalarına sıcağı sıcağına bakıldığında eylemlerle ilgili
belirsizlikler dikkat çekiyor. İlk saldırıyı yapan kişinin DEAŞ sempatizanı
olduğu iddia edildi. İkinci saldırıyı da DEAŞ üstlendiği iddia edildi. Sonraki
saldırıları üstlenen olmadı.
Olaylara ilişkin
Türkiye’de yazılıp çizilenlerin kahir ekseriyeti, saldırıların Türkiye-İsrail
normalleşmesini baltalamak üzere yapılmış komplolar olduğu yönünde. Başka bir
yaklaşım ise tüm olaylar aydınlatılmış ve arkasında kesin DAEŞ çıkmış gibi, bu
saldırıların Filistinlileri zora düşürmek, işgalcinin yeni yerleşim alanları
oluşturmak için yaptığı bir “İsrail
komplosu” olduğu yazıldı.
Türkiye,
saldırıların tamamını kınadığı ve konuya olan hassasiyeti bilindiği için bu
durum işgalci İsrail ile ilişkilerde bir değişikliğe neden olmayacaktır.
Önümüzdeki günlerde Doğu Akdeniz ile ilgili enerji merkezli yatırımlarla ilgili
yapılacak açıklamalar da bunu teyit edecektir.
Bu işin arkasında
DAEŞ’i kullanan İsrail var, demek de işgalciyi kusursuz görme hastalığının bir
sonucu olsa gerek. Bu algıya göre işgalci İsrail içerisinde ondan izinsiz
hiçbir eylem olamaz. “Eylem olmuşsa bu ancak İsrail istediği içindir” algısı,
teslim olmuş bir zihne ait olabilir ancak. İşgalci İsrail’in en son isteyeceği
şey topraklarının “güvensiz” hale gelmesidir. Ukrayna-Rus savaşını bile oradaki
150 bin civarındaki Yahudiyi ülkesine taşımak için kullanan İsrail’in ülkesinde
görmek isteyeceği en son şey kaos,
güvensizlik ve her an saldırı olabilecek bir atmosfer algısıdır. Sadece Ukrayna
değil, Rusya içindeki Yahudi oligarkların “güvenli bir liman” olarak gördükleri
İsrail’e devasa servetleriyle gelmeye başladıklarını da unutmamak lazım. Rusya’dan
ve Ukrayna’dan Yahudilerin geldiği bir ortamda İsrail’in bu tip saldırıların
arkasında olacağı fikrinin karşılığı yoktur. Perşembe akşamı saldırı sonrası
kaçan eylemciyi aramak için binlerce asker, polis ve silahlı sivilin sokaklarda
panik halinde nasıl insan avına çıktıklarını hatırlamak gerekir. İsrail basını
yaşanan güvenlik krizini “son 6 yılın en kötüsü” olarak değerlendirmelerini de
kayıt düşmek gerekir.
Siyonistlere
dönük saldırılar yorumlanırken en az fikirlerine yer verilen kitle,
Filistinliler. Kimse onların bu olaylarla ilgili düşüncesini merak etmiyor.
Oysa coğrafyanın asıl sahibi, işgalci İsrail’i en iyi tanıyan kesim onlar. Saldırılardan
dolaylı değil direkt olarak da ilk etkilenecek olanlar yine Filistinliler. Eylemlerle
ilgili olarak Hamas ve İslami Cihad hareketleri saldırılarla ilgilerinin
olmadığını ancak yapılan eylemleri desteklediklerini ve olaylarda can veren
Filistinlileri “kahraman” ve “şehit” olarak gördüklerini açıkladılar. Fetih Hareketi Başkan Yardımcısı Mahmud
el-Alul, Filistin topraklarındaki gerilimin İsrail hükümetinin uyguladığı
politikanın bir sonucu olduğunu söyledi. Onlarca yıldır işgalciye karşı
direnen örgütlerin tamamı olaylara komplo olarak bakmıyorlar. Tam aksine
Filistin’in tüm şehirlerinde halk, eylemleri tatlı ikram edilerek kutladı.
Her Filistinli bu
tip saldırılar sonrası işgalci İsrail’in azacağını ve Filistin topraklarına
daha fazla saldıracağını bilir. Filistin’deki çocuklar bile bilir, öldürülen
her Siyonist yerleşimci daha fazla Filistinlinin can vereceği anlamına gelir. Perşembe
akşamı yapılan son saldırıda kurşunlar sıkıldıktan birkaç dakika sonra, henüz
eylemci aranırken bile, Filistin’de binlerce kişi eylemi kutlamak için
sokaklardaydı. Peki, tüm bunlara karşın Ramallah’ta, Cenin’de, Gazze’de sevinç
gösterileri neden yapılıyor? Cevap oldukça basit aslında: Filistin korkunç bir
abluka altında. Kıpırdayacak yerleri kalmadı neredeyse. En ufak şüpheli durumda
öldürülerek cezalandırılıyorlar. Her Filistinli, Mescid-i Aksa’da her gün
Siyonist yerleşimcilerin yüzsüz tacizlerine maruz kalıyor. Gezici karakollarda
her gün aralarından birileri muhakkak işkence görüyor. Gazze’de devam eden
korkunç abluka ise apayrı bir konu.
Tüm Filistinli,
her şeyden çok işgalci İsrail’in kendi yaşadıkları sıkıntının bir benzerini
yaşamasını istiyor. Hepsi, yerleşimcilerin korkmasını, sokaklarda rahat rahat
gezememesini ve işgalci İsrail’in “güvenliksiz bir coğrafya” olarak anılmasını
arzuluyorlar. Bu saldırılar sonrası bırakın yeni yerleşimcileri, Tel Aviv
sahillerine bile turistlerin gelirken güvenlik endişelerini defalarca hesaplamalarını
bekliyorlar.
2000 yılından
2005’e kadar süren “İkinci İntifada” ile 2015 ve 2016 yılları boyunca süren
“Bıçak İntifadası”ndan sonra yaşadığımız süreç de “Bireysel İntifada” olarak anılacak
belki ileride. Tüm bu saldırılar bunalmış durumda olan Filistinlilerin çıkış
arayışlarından biri sadece. Âlem-i İslam adına sayısız bedeller ödeyen Filistin
halkını, ne tür imtihanlar beklediğini ve yaşadığı anın fıkhını geliştirmede
uzman olan kardeşlerimizin vereceği tepkiyi hep birlikte göreceğiz.