Rejimler büstlerle ayakta tutulmaz
Heykeller ve büstler, yüzyıllardır gücün, kudretin
ve liderliğin sembolü olarak kullanılmış; kimi zaman bir toplumu motive etmek,
kimi zaman da bireylerin düşüncelerini ve zihinlerini biçimlendirmek için araç
haline getirilmişti. Geçmişte var olan büyük uygarlıklarda “en büyük” olma
arzusu, büyük boyutlu yapıtların yapılmasının ve uzun yüzyıllar ayakta kalmasının
nedeniydi…
Roma’da imparator Tanrı'nın iradesini temsil
ettiğinden, ölünce merasim meydanına heykeli dikilirdi. Yahudi ve Hristiyanlar
bunu selamlamaktansa ölümü tercih etmişler, üçüncü asırdan itibaren Roma’nın
Hristiyanlığı kabul etmesiyle insanlar bu eziyetten kurtulmuşlardı.
Rönesans döneminde, zamanın geçerli ideolojisi olan
hümanizm dünyanın merkezine Tanrı'nın yerine insanı koymayı hedeflemiş, böylece
Avrupa’da heykelin parlak çağı yaşanmıştı.
20. yüzyılın ilk yarısı ise bütün dünyada
heykelcilik yüzyılı olmuştu. O dönem içinde, kurucu modeller, generaller,
atanmışlar ve sözde seçilmiş liderler Avrupa’dan Asya’ya pek çok ülkede
heykellerini dikerek varlıklarını ve görüşlerini halka bir nevi “kutsal” bir
sembol olarak sunmuşlardı.
Heykel ve büstlerle oluşturulmaya çalışılan, masum
sanatsal etkinliklerden ziyade halkın üzerinde güç ve baskı oluşturmak, zorbalığı
ve dayatmayı bir tehdit gibi sürekli gözler önünde tutmaktı. Her bir heykel,
yalnızca bir liderin simgesi değil, aynı zamanda bir ideolojinin, bir dönemin
ya da bir değişim sürecinin de yansımasıydı.
Büst ve heykeller, dönemin ideolojik bir yansıması
olduğu hâlde, Lenin, Mussolini, Hitler ve Franco gibi diktatörler heykellerini
yaptırmamışlardı. Hitler sadece büst yaptırmış, Lenin’in heykeli ise ölümünden
sonra Stalin tarafından dikilmişti.
Rejimlerin büstlerle ayakta kalması mümkün değildi.
Musolini’den Hitler’e, Lenin’den Stalin’e ve Mao’ya kadar daha sonradan zulümle
anılacak liderlerin heykelleri uzun ömürlü olmamış, özgürlük arayışı
içerisindeki halklarda gerilim oluşturan bu yapıtlar zamanı geldiğinde
yıkılmış, şehirlerin sokaklarında sürüklenmiş ve nehirlere dökülmüştü. Tıpkı
Lenin, Stalin ve Hitler gibi Franco, Pinochet, Churchill ve Gandi gibi
liderlerin heykelleri de saldırıya uğramış, balyozlarla parçalanmış, vinçlerle
kaldırılarak depolara atılmıştı.
Heykel ve büst iştahı, totaliter yönetimler sona
erince kesilmiş, 1950’lerden sonra görebildiğimiz kadarıyla Avrupa’da ve
Amerika’da liderlerin ve siyaset adamlarının heykelinin yapılmasıyla ilgili bir
uğraşa rastlanmamıştı. Bu durum aslında, halkların iradelerine ipotek
konulmasının göstergesi olan beton ve demir yığınlarından çok da haz
edilmediğinin göstergesiydi. Batı toplumlarında, artık totaliter geçmişin bir
uzantısı olarak görüldüğünden siyasilerin heykel ve büstlerine eğilim kalmamıştı.
Stalin’i ziyaret eden Batılı bir yazar “her yerde heykeli bulunması hakkında ne
düşündüğünü” sorması üzerine “bu,
bizim malum kültürsüzlüğümüzün bir yansımasıdır” demiş ve heykel çokluğunu “kariyerist bürokratlar başlarına bir şey
gelmesin diye Stalin büstü ile kendilerini garantiye almak istiyor” diye
açıklamıştı. Yani argo tabirle yalakalık heykelciliği doğurmuş ve devam
ettirmişti.
Allah’ın hiçbir elçisi, kutsiyet aracı olarak
görülmesi tehlikesinden ötürü resimlerinin çizilmesine ve heykellerinin
yapılmasına müsaade etmemişti.
Küba’da, eski Devlet Başkanı Fidel Castro'nun
heykelini yapmak, ona tapmak ve adına anıtlar dikmek yasak görülmekte, bu
yasağı da Castro; “yaptığı işleri
insanlığın çıkarı için yaptığını, kişisel olarak çıkar sağlamak veya yücelmek
için yapmadığını” ifade ederek açıklamaktaydı. Fidel Castro ölümünden önce,
“Adımı meydana, sokağa, dağa, hiçbir yere
vermeyeceksiniz. Adıma heykeller ve anıtlar dikmeyeceksiniz” diyerek önemli
bir vasiyet bırakmıştı.
20. yüzyılda yaşarken adı şehirlere verilen ve
heykeli dikilen Stalin ile beraber ikinci siyasi lider Mustafa Kemal
Atatürk’tü. Hatta onun heykeli, Stalin’den üç sene önce dikilmişti. Stalin
heykelleri 1953’teki ölümünden sonra kaldırılmış, hatta isminin verildiği şehirlerin
isimleri de daha sonra değiştirilmişti.
Bugünün Türkiye’sinde ise her 60 bin kişiye 1
hastane, 900 kişiye bir doktor, 350 kişiye 1 cami, 800 kişiye bir Atatürk
heykeli, 500 kişiye bir heykel düşmekte… Hemen hemen her ilde, ilçe, cadde ve
meydan isimlerinde Atatürk’ün isim ve unvanlarını görüyorsunuz. Bursa’nın Mustafakemalpaşa’sı,
İzmir’in Kemalpaşa’sı, Erzincan’ın Kemaliyesi ve Antalya’nın Gazipaşa’sı, O
henüz hayattayken bu isimleri almıştı. İlginç gelebilir ama Ankara ve İstanbul
şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için kanun teklifi hazırlanmış, hamdolsun
ki uluslararası gerekçelerden dolayı teklif yasalaşamamıştı.
1000-2000 yıl sonra bugüne dair yapılan arkeolojik
çalışmalarda, “toplumlarını ilkel yöntemlerle kendine bağlı tutmaya çalışan
bölgeler” diye bir rapor hazırlansa, eldeki bulgulara göre ne yazık ki Asya’nın
bazı putperest ülkeleri, Kuzey Kore ve Anadolu’nun bu kadim toprakları ilk
sıralarda yerini alacaktır.
Bu çok da canınızı acıtmıyor mu?