Dolar (USD)
34.76
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2949.00
BIST 100
9883.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Aralık 2024

On sekiz bin âlem ve evrensellik

18 bin âlem diye başlayan cümlelerimiz vardı eskiden. Çocukluğumuzda bu cümleleri çok işitmiştik. Her işittiğimizde 18 bin âlem ne demek diye derin derin düşünür bir cevap da bulamazdık. Öyle ya kim saymış 18 bin âlemi tek tek.

Ancak Fatiha suresini her okuduğumuzda “Rabbül âlemin” ayeti zihnimizde bu soruyu yineledi durdu… Dini literatüre baktığımızda da ayetlerde ve hadislerde böyle bir sayı yoktu ama mutasavvıflar bu sayıyı telaffuz ediyordu. Aldığımız eğitimimizle birlikte birazcık da olsa malumat edinince 18 bin âlemin kesretten kinaye bir ifade olarak mübalağa edilmiş, sayılamayacak kadar çok denilmek istenmiş diye geçiştirdik bu soru tekrar zihnimize takıldığında. Yine sonradan öğrendik ki birbirine benzemeyen her şey bir âlemmiş. Her insan, her hayvan dahası her canlı…

Taksonomi ilminde de moneralar, protistalar, mantarlar, bitkiler ve hayvanlardan oluşan beş/altı âlemden bahsedilir. Ziraat Fakültesinin ilk yılında botanik ve zooloji derslerinde bayağı bir başımızı ağrıtmıştı bu âlem meselesi… Konuyla ilgili bir makalede bugün, yaklaşık 1,8 milyon farklı organizma çeşidinin var olduğu, her yıl buna birkaç bin organizmanın daha teşhis edilerek katıldığı, bazı uzmanların 10 milyon kadar farklı organizma türünün var olduğunu iddia ettiklerini okudum. Bu organizmaların vücudunun 5 mikron çapındaki bakteriden 100 metreden daha boylu sekoya ağaçlarına değiştiğini de… İngiliz doğa bilimci John Ray’in 1600’lerin ortasında 18.000'den fazla farklı bitki çeşidini tanımlayıp sınıflandırdığını okuduğumda 18 bin âlem sözünün hiç de yabana atılamayacağını da…

Bilim adamları bugüne kadar 1.500.000’den fazla yaşayan hayvan, 800.000’den fazla da bitki türü tespit etmişler ama bu miktar aslında var olan tüm canlıların %10’una tekabül ediyormuş.

Âlemlere daha sonra berzah âlemi, misal âlemi, ervah âlemi, rüya âlemi, cinler âlemi, melekût âlemi gibi yeni kavramlar eklendi… Gerçekten sayısız âlem vardı. Bu âlemlere matbuat âlemi, şairler âlemi, bestekârlar âlemi, sanal âlem, sosyal medya da eklenince işin sonunun olmadığına da kani olduk.

Her âlemin kendisine göre bir hiyerarşisi, kuralı hatta bazı alemlerin nev’i şahsına mahsus raconu bile vardı. Ancak bazı şeyler formal bir düzende gitmiyordu. Kurallar birilerini bağlıyordu ama birileri kurallara hiç de oralı olmuyordu. Güç, tüm dengeleri değiştiriyordu…

İnsanlar arasındaki ilişkiler de benzer şeyler var, biliyorsunuz. Normal şartlarda insani ilişkilerde de değerler ve kurallar belirleyici oluyor. Değerlerin içinde inançlar ve bu inançların sosyal hayata olan görünmez müdahalesi söz konusu… Tabi bu yaptırımlar, bu değerlere inananlar ve uygulayanlar için geçerli… İnsan için en uygun ve en makul değerleri İslam dininde ve onun Kur’an ve hadislerde vaz edilen kurallarında bulabiliriz.

Sosyal münasebetlerde etkili olan kurallar manzumesine kısaca ahlak diyoruz. Tabi kendilerini seküler olarak addeden kesimler de kendilerince evrensel etik değerler manzumesi oluşturmuşlar ve bu değerleri gelir geçer kurallar olarak insanlara benimsetme derdindeler. Ancak havada asılı kalan bu suni kurallar işlenmediğinde ve zaman zaman rafa kaldırıldığında bir kontrol mercii de yok. Örneğin mobeselerin çalışmadığı bir bölgede kırmızı ışık ihlalleri, hız ihlalleri yaşanabiliyor. Gerekçesi ise mobeselerin olmaması… Hatta kimsenin görmediği bir yerde her yasak çiğnenebilir algısı da mevcut.

İslam ahlakı ise insanın yaratıcının murakabesi altında olduğu esasına dayanır. Kimse görmese de Allah görür, kimse bilmese de Allah bilir… Bu şuur bir vicdan otokontrolüdür aslında… Ve her mümin bilir ki gizli açık işlediğimiz her fiilden ve hatta eyleme geçmemiş niyetten bile mes’ulüzdür ve ahirette bir hesap günü vardır. Burada merhum Mehmed Akif’in şu sözlerini hatırlamamak ne mümkün.

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır;

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Ancak bugünün Müslümanları seküler çağın cenderesi altındadır ve seküler virüsün sirayet etmediği hiçbir dünyevi alan kalmadı.

Yine Akif merhumun yukarıdaki beyitlerinin devamındaki hususlar hasıl oluverdi.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın...

Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın.

Yüreklerden Allah korkusu çekilince ne irfanın ne de vicdanın tesiri kaldı.

En başta eğitim, sonrasında sosyal hayatın tüm bileşenleri. Sonuçta bu sistemin çarklarından geçen her birey daha dünyevi, daha pragmatist ve daha da şahsi menfaatlerini önceler duruma geldi.

Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor gizli veya aşikâr… Birisinin önüne geçmek için her türlü entrika mubah ve bunu yapan herkes becerikli, zeki ve iş bitirici diye tavsif olunduğu gibi takdir bile edilebiliyor. Yalanın her türlüsü, iftiraya varan söylemler de hakeza… Hedefe giden yolda her şey meşru ve sonunu düşünenler asla kahraman olamıyor bu düzende… Son derken işin içinde ahiret ve hesap da dâhil…

Sanal âlem, yapay zekâ, algoritmalar artık sihirli bir asa gibi kimin elindeyse onu ihya ediyor. Birileri ihya olurken imha edilen gelecekler, itibarları yerle bir edilen mağdurlar, hak gaspına uğramış mazlumlar, ezilenler, üzülenler… Sırf kendilerine rakip olabilecekleri endişesiyle bir şekilde ekarte edilenler… İşte yeniçağın ürettiği âlemlerin yenileri… Mazlumlar âlemi, mağdurlar âlemi, ezilenler âlemi, üzülenler âlemi…

Batı’da can çekişen sekülerizme can simidi diye sarılan çağdaş yobazlar… Aydın bağnazlığı ile Batının çöplüklerinde deşinip buldukları karşısında sevinen zavallı hakikat düşmanları… zannediyorlar ki bu suni değerler insanlığa huzur ve mutluluk getirecek…