Mısır'la yakınlaşmanın merkezinde Filistin olmalı
Türkiye ve Mısır’ın aralarındaki görüşmeyi başkanlar düzeyine yükseltmesi ve böylece ilişkilerin normalleşmeye başlaması üzerine konuşmak oldukça sancılı… Konuyu sancılı kılan, Mısır Cumhurbaşkanı’nın makamında darbeci unvanıyla oturuyor olması…
Mısır’da yüzde 52 oy alarak seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı
olan Muhammed Mursi, sadece 10 ay o görevde kalabilmiş, kendisinin Genelkurmay
Başkanı olarak atadığı Abdulfettah es-Sisi tarafından 3 Temmuz 2013 yılında gerçekleşen
darbeyle görevinden alınmıştı.
ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi Batılı
ülkeler, seçilmiş başkan yerine darbeci lidere arka çıkmış, darbeye darbe
diyememiş, o çok kutsadıkları demokratik değerleri acıkınca yenilen bir put
haline getirmişlerdi.
Mısır’da yeşerecek ideal bir İslami/adalet
nizamının dünya halklarına umut olmasından korkan emirlikler de, başta Suud ve
BAE olmak üzere Sisi’ye milyar dolarlar akıtmış, böylece özgürlük haykırışlarının
kendi topraklarına sıçramasını önlemeye çalışmışlardı.
Abdulfettah es-Sisi oturduğu o koltuğa, ramazan
ayında, teravih ve sabah namazları vaktinde, Nahda ve Rabia meydanlarında
katlettiği binlerce insanın bedenleri üzerine basarak yükselmişti. Hâk ve
adalet arayışı içerisinde olan on binlerce kadın, genç ve yaşlıyı zindanlara
doldurmuş, işkencelerle birçoğunun ölümüne veya sakat kalmasına sebep olmuştu.
Sisi’nin tetikçileri, 17 yaşındaki gencecik kızımız
Esma’yı ve diğer Esmaları hedef almış, ağır koşullar altında tutulan Muhammed
Mursi zindanda şehit edilmişti. Bütün bunlar, darbeci yönetimin Batılı ve Siyonist
efendilerinden aldığı güçle kendi halkına yönelik işlediği cürümlerden
bazılarıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, darbe ile devrilen
Mursi'nin yargılanma sürecinde, “Benim
için Mısır'ın cumhurbaşkanı darbeci Sisi değil, Mursi’dir”
değerlendirmesini yapması, halk iradesinden, Mursi’den ve Esma’dan yana tavır
alması önemliydi. Her vicdan sahibi insanın duracağı yer haklıların yanı olmalı,
bu duruş tabiidir ki ciddi eylemlerle görünür kılınmalıydı.
Halkın meydanlara inmesi ve Mısır’daki kardeşleri
için nöbet tutması doğru olandı. Devletin darbeyi kınaması, halk iradesinden
yana tavır alması ve Mısır rejimine döktüğü kanlardan ötürü uyarı yapması doğru
olandı. İdamla yargılanan Mısırlı bazı ailelere kucak açılması, onlara ensarlık
yapılıp sahip çıkılması da doğru olandı. Ama Sisi-Mursi ayrımının ve Rabia
sembolünün iç siyasette kullanılması yanlıştı. Mahcubiyet yaşamamak için, kesinlik
içeren çıkışlar yerine, safını belli eden ama yarına dair muhtemel siyasi
hamleleri de hesaba katan bir söylem tercih edilmeliydi.
Mısır ile 2013 yılından itibaren kesilen resmi
ilişkiler, 14 Şubat 2024 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısıra gitmesi ve
sonrasında darbeci Cumhurbaşkanı es-Sisi’nin geçen hafta Türkiye’ye gelmesiyle yeniden
başladı. Hemen, savunmacı reflekslerle bu durumu izaha çalışanlarla, ilkesizlik
ve tutarsızlık söylemleriyle karşılayanların oluşturduğu iki saf belirginleşti.
Mısır zindanlarında binlerce “Müslüman Kardeş” ağır
koşullarda tutuluyorken, yüzlercesi, haklarında verilen idam kararının infazını
bekliyorken, ülkelerinden hicret etmek zorunda kalan birçok anne, eş ve evlat
cezaevlerindeki yakınlarından haber alamıyorken, siyonist soykırıma maruz kalan
Gazzeli kardeşlerimizin dünyaya açılan tek kapısı olan Refah Mısır’a
bakıyorken, açıkçası yutkunmalı ve konuşurken kendimizi biraz daha fazla
düşünmek zorunda hissetmeliyiz.
Bütün bu yaşananlardan sonra, eli kanlı bir yöneticiyle
görüşmenin “temelinde” tabi ki ekonomik hesaplar, yerli sermayenin muhtemel
yatırımlarının önünü açmak gibi gerekçeler yer almamalı. “Aziz kardeşim” gibi
aşırı samimiyet cümlelerine de ihtiyaç duyulmamalı.
Bu görüşmeler, Mısır'daki cezaevi koşullarının
iyileştirilmesi ve siyasi mahkûmlara genel af çıkartılması için ilk adım olmalı,
insan hakları diplomasisi ve Filistin davasına hizmet ziyaretlerin ana gündemi haline
gelmelidir. Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin şehadetinden kısa bir
süre önce söylediği gibi, “Mısır ile Türkiye arasındaki yakınlaşma bölge
halklarının ve Filistin meselesinin lehine olmalıdır.”
Farkındayız; asla kabullenmesek de mührün ve
yetkinin şimdilik kendisinde olduğu biri var karşımızda. Türkiye ve Mısır
arasındaki görüşmeler, 7 Ekim’den itibaren Gazze’de soykırım suçu işleyen Siyonist
işgalciye karşı güçlü bir irade oluşturacaksa, insani yardım tırlarının Refah
kapısından rahatlıkla geçip tüm Gazze’ye ulaşmasının önünü açacaksa, yaralılara
merhem, yoksunlara aş, mahzunlara umut ve hüzün sahiplerine tebessüm olacaksa,
izzetli direnişin nefes almasına ve toparlanmasına fırsat sağlayacaksa eğer, biz
kan tükürür, kızılcık şerbeti içtik deriz.
Şehid Mursi’nin dava arkadaşları ve şehid Esma’nın
babası ve ağabeyinin hürriyetlerine kavuşmasını görürsek teselli bulur,
Gazze’nin/Filistin’in kazanımlarıyla yol alırız.