Kimleri dost edindin?
1999 yılından itibaren ABD’nin Pensilvanya eyaletinde
yaşayan Fethullah Gülen 83 yaşında öldü. Ömrünün son 25 yılını, Siyonist
saldırganlığın da arkasında olan sömürgeci ABD’de geçirmişti. Hafızalarda
kalan, onun bilinen her tavrının ve her açıklamasının ABD’nin bölge
politikalarının paralelinde olmasıydı. Başlattığı hareket, Siyonist ve
emperyalist projelerin gölgesinden hiç ayrılmamıştı.
Gizli ve özel ajandasını yürütebilmek için takiyyeyi
vazgeçilmez bir tavır olarak seçen Gülen’in, kendisi gibi omurgasız ve birden
fazla yüzü olan takipçileri yetişmişti. Hedefe ulaşabilme adına en temel İslami
kuralları ihlal edebilmeyi normal gören bu zihniyetin, yine o kutsal hedefleri
uğruna helal ve haram sınırları da ortadan kalkabiliyordu.
Dost ve düşman tercihleri, durdukları yerin anlaşılmasını sağlayan
önemli bir göstergeydi. Gülen ve grubu, en kritik anlarda daima yeryüzünde
fesat çıkaran güçlerden yana tavır almış, egemenlerin kontrolü dışına asla
çıkmayarak zilleti tercih etmişti.
İlk akla gelen 28 Şubat dönemindeki tavırlarıydı. Fethullah
Gülen o dönem, tankları yürüten, başörtüsünü yasaklayan, medyasıyla,
sermayesiyle Müslümanlara hakaretler eden zihniyetin yanında saf tutmuştu. Başörtüsü
direnişinin kırılmasına sebep olacak beyanatları, halkın değerlerini aşağılayan
gazetelerin sayfalarında sıkça görülmekteydi. Onun “başörtüsü füruattır” demeci,
laik kesimin “İslam’da başörtüsü yoktur” tezlerine adeta güç vermişti.
Fethullah Gülen, Kur’an kurslarına baskınlar düzenleyip kapısına
kilit vuran, İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarını kapatan yasakçıların
kararlarını, İslami bir terim olan “içtihad” ile yorumlamaya kalkışmıştı. “Bu
kararlarında hata bile yapmış olsalar bir sevap kazanırlar” diyerek, “İslam
âlimlerinin ideal olana isabet edebilme çabası” anlamına gelen bir kavramı
zorbaların hükümleri için kullanmış, dini bilgisini manipülasyon için dillendirmekten
bir an bile çekinmemişti.
Kendisine ahirette şefaat yetkisi verilse, onu kullanmak
istediği kişiyi yine darbecilerin görevlendirdiği bir isimden seçmişti.
Başörtülü bir şekilde meclise girmeye hak kazanan Merve Kavakçı için, “bu
kadına haddini bildirin” çağrısı yapan atanmış Ecevit’e dindar çevrelerden daha
yakın olduğunu adeta göstermek istiyordu.
Onun dünyada en nefret ettiği insan da yine bir Müslümandı.
Kendisine bu sorulduğunda ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri gerçekleşmiş,
yüzbinlerce insanın katledildiği raporlara geçmişti. George W. Bush’un başlattığı
haçlı savaşında insanlık uzun yıllar zihinlerden çıkmayacak utanç
görüntüleriyle karşılaşmıştı. Ebu Gureyb işkence hanelerinde aşağılanan,
ırzlarına geçilen, katledilen Iraklılara bunu yapanlar ABD askerleriydi. O
dönemin İsrail başbakanı ise Sabra ve Şatilla kasabı olarak bilinen, elinde
yüzbinlerin kanı olan Ariel Şaron’du…
Ama tüm bu kişilerin varlığına rağmen Fethullah Gülen bir
batılı gazeteciye, “dünyada en nefret ettiğim insan Usame Bin Ladin’dir”
demişti. Ladin’i sevmiyor olabilirdi. Ama onun nefret listesine, İslam karşıtı
darbeciler, ülkenin seçilmiş başbakanına küfür eden ordu komutanları, halk
iradesine balans ayarı veren generaller, başörtülü kızlarımıza köşesinde
küfürler eden adi-aşağılık köşe yazarı,
sivillere yönelik suçlar işleyen Amerikalı ve İsrailli askerler bir
türlü girmiyordu.
Aslında Gülen, daha Birinci Körfez Savaşı'nda İsrail ve
destekçisi ABD'den yana saf tutmuştu. Irak’ta ABD bombardımanıyla katledilen 4
bin Iraklı Müslüman için vicdani bir rahatsızlık duymazken, Irak ordusunun
İsrail'e dönük roketli saldırılarında hayatını kaybeden 2 sivil için üzüldüğünü
ifade etmişti. “İsrailli çocuklara üzülüyorum. İsrail'e atılan füzelerle masum
halk zarar görüyor” açıklamalarıyla Siyonist seviciliğinin işaretlerini vermişti.
Toprakları işgal altında olan Filistinlilerin dramı da bir türlü
onun gündeminde olamıyordu. Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara Gemisi 31
Mayıs 2010 tarihinde İsrail donanması tarafından saldırıya uğramış, 10 kişi
yaşamını yitirmişti. Ülkede ve dünyada İsrail karşıtı esen rüzgâr, yine bu
karanlık yüzlü tüccarın dilinden dökülen sözlerle tersine dönmüştü.
Gülen, işgalci İsrail yönetiminden izinsiz hareket edildiğini
söyleyerek, kanlı baskını yapan terör devletini değil, yüreği mazlumlar için
atan samimi çabaların sahiplerini hedef tahtasına oturtmuştu. “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek,
otoriteye başkaldırıdır” açıklamasını yapan Gülen, Filistin halkının kutlu
direnişini de, ulvi bir amaç için ihlasla yola koyulan özgürlük gemisi
yolcularını da arkadan hançerlemişti.
O artık kendi tercihleri, yaptıkları ve sebep olduklarıyla
ebedi âleme geçiş yaptı. Orada sorulacak sorulardan biri de “kimleri dost
edindin?” olacak… Ömrü boyunca yanlarında durmaya çalıştığı, yakınlık
gösterdiği, övgüler düzdüğü kesimler kimse yine onların yanında durabilir ve
onlardan yardım umabilir. Tabi ki işittirebilirse…