Kanıksanan Kötülük
Kötülüğün
kendi içinde katmanları vardır… Belki de bunlardan en tehlikeli olanı kötülüğe
alışmak ve kötülüğü normalleştirmektir…
Kötülük
kanıksandıktan sonra bireyin ve toplumun kılcal damarlarına kadar nasıl
sızdığını şaşkınlıkla fark edersiniz…
Normalleştirilen kötülük süreç içinde kurumsallaşır,
kitleselleşir, yasallaşır… Sonuç itibari ile eleştirilmez ve engellenemez bir
boyut kazanır…
Kötülüğün sıradanlığı, kötülükte sınır tanımazlığa doğru
seyrediyor… Seyirci kalma psikolojisi kötülüğün ömrünü uzatıyor…
Estetize edilen kötülüğün estirdiği rüzgâr, kötülüğün ne
kadar bulaşıcı ve öldürücü olduğunu gözler önüne seriyor… Sonrasında kötülüğü
herkes yapıyorsa sanki artık o kötülük olmaktan çıkıyor mübahlaşmaya başlıyor…
Doğal karşılıyoruz…
Kötülüğe göz yumanların zamanla nasıl köreldiklerine tanık
oluyoruz…
Kötülüğün normalleşmesi, bizim anormalleşmemiz anlamına
geliyor…
Şimdilerde kötülük kuşatmasında kuşaklar kör ve kötürüm…
Popülize, pratize olan kötülük oldukça profesyonel… Kötülük
perverler ise alabildiğine pervasız…
Kötülük her gün daha aktif... İyilik ise pasif…
Kötülük küresel ölçekte örgütlü, organize ve dinamik…
İyilik durağan, donuk ve dağınık… Neden? Çünkü iyiliğin
genetiği ile oynandı…
Kötülük aramızda hümanizma maskesi ile dolaşıyor… Kötülük
özgür, iyilik vicdanlarda tutsak…
Küresel kötülüğün kuşatmasında yaşamak bir kader midir?
Hayır… Kötülüğü kanıksamak ve kabullenmek en büyük kusurdur…
Kötülüğe ve karanlığa bu kadar alışan bir ümmet hâlâ ümmet
vasfını koruyor olabilir mi?
Esasta
işin can alıcı sorusu şudur: Kötülük nasıl normalleşiyor?
1. Kötülük zemini oluşurken, kendine ortam hazırlarken
seyirci kalıyoruz…
Karışmamak… ‘’kimsenin iyisine, kötüsüne karışma yeter ki
sen iyi ol” mantığı…
Seyir kültüründen, sefer bilincine geçiş yapmıyoruz…
2.
Kötülüğün ucu bize dokunamayınca izliyoruz... Bu emperyal kötülüğün bir gün
bizi de vuracağını unutuyoruz…
3.
Kötülüğü bizden olanlar yapınca susuyoruz… Bizim gruptan, bizim aileden, bizim
damardan geliyorsa mutlaka bir kılıf buluyoruz… Tevil ediyoruz… Yakınımızsa
kesin bir açıklaması vardır, diye düşünüyoruz…
4.
Kötülük işimize yarayınca; örtülü veya açıktan destek veriyoruz… Arka
çıkıyoruz, nemalanmanın yollarını arıyoruz…
5.
Kötülüğü itiraz eden olunca yalnız bırakıyoruz…
Yapanı
fevri davranmakla hatta şov yapmakla bile suçluyoruz…
6.
Kötülüğün kendiliğinden yok olmasını, durumların düzelmesini istiyoruz…
7.
Dahası kötülükle mücadele sorumluluğunu ya siyasi iktidara ihale ediyoruz ya da
bir kurtarıcı gelmesini bekliyoruz…
Hülasa
kötülüğe toleranslı bir toplum olduk… Zaten ciddi tehlikede burada başlıyor…
Kötülüğün
kendiliğinden durmayacağını unuttuk… Kötülüğün doğurgan ve üretken olduğunu
hesaba katmadık…
Sonuçta
kötülüğe müdahale etmiyoruz…
Gereği
gibi muhalefette bulunmuyoruz…
Boynumuzun
borcu, imanımızın gereği olan mukavemeti göstermiyoruz…
Bu
durumda yaşamanın anlamı nedir?
Mutlak
kötülüğün kuluçkası olan İsrail yeryüzüne kin ve kötülük kusuyor…
Kötülüğün
döl yatağı olan ABD, sürekli kötülükte inovasyon çalışmaları yapıyor…
Bu durumda hâlâ kötülüğe “Dur” demeyecek
miyiz? Münkerin üstüne yürümeyecek miyiz? Şerrin kökünü kurutmak için elimizden
geleni yapmayacak mıyız?
Ne
kadar acı!
Kötülükle
savaşmadan savaşı kaybetmiş gibiyiz…