İran'ın gezi süreci başladı
İran’ın başkenti Tahran'da 13 Eylül'de İrşad devriyeleri tarafından gözaltına alındıktan bir süre sonra rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan Masha Amini, yoğun bakımda verdiği yaşam savaşını 16 Eylül günü kaybetmiş ve ardından ülke çapında olaylar çıkmıştı. “Saçının telini gösterdiği için döve döve öldürülen kadın” mesajı medya tarafından dünyaya servis edilen olay sonrası ülkede seksenden fazla yerleşim biriminde eylemler sürüyor.
İran’da genel bir özgürlük sorunu olduğu konusunda şüphe yoktur. Sünni müslümanlar kendilerini ifade edemezler, ibadet edecekleri yerleri bile yoktur. Kürt nüfusunun da temsil kabiliyetleri sınırlıdır. Geniş Azeri kitleleri korkuyla izlenmektedir. Azerbaycan Ermenistan sınırının değişmesini savaş sebebi kabul eden İran’ın bu kararının altında Azerilerin birleşme korkusu olduğu bilinen bir gerçektir. Başörtüsünün zorunlu olması tesettüre dönük belli bir kitlede nefret oluşturmaktadır. Baskılar, farklı sonuçlar doğurmaktadır.
İran’ın bozuk sicili sadece bunlardan ibaret midir? Elbette hayır! 2011 yılında Suriye’de başlayan sivil itaatsizliğin ülke çapında özgürlük arayışına dönüştüğü ve Esed iktidarının iyiden iyiye sallandığı zamanlarda sahaya inerek direnişin belini kırıp sayısız Sünni müslümanı katleden İran, emperyal lige girdiğini göstermiştir. Irak’ta Amerika ile iş tutup ülkeye çökmeye çalışan, Suudi Arabistan’la yaşadığı çatışmayı Yemen’in mazlumlarını kullanarak sürdüren, Lübnan’ı istikrarsızlaştıran, Afgan direnişin liderlerini Amerika’ya ispiyonlayan, yüz binlerce Afgan’ı Türkiye sınırına otobüslerle taşıyıp kaçak yollarla ülkemize göndererek istikrarsızlık oluşturmaya çalışan ve komşu ülkelere nifak tohumu ekmek için yıllar harcayan İran’ın kirli siyasetini hiçbir deterjan temizleyemez.
Yüz binlerce masumun katline ses çıkarmayan, İslam beldelerine fitne tohumları ekip Yemen’i açlığa mahkûm ederek binlerce çocuğu açlıktan ölümüne vesile olan İran yönetimine gıkını çıkarmayan İran halkının, bir kızın şaibeli ölümünden dolayı ülkeyi yakmaya çalışmasını anlamakta güçlük çekiyoruz. Amini’nin gözaltında bir salondayken kimsenin dahli olmadan bayılıp düştüğünü gösteren video kaydına, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin yaşanan sürecin soruşturulduğunu ve işkencenin olmadığını söylemesine ve ruhani lider Hamaney’in kızın ailesine taziyelerini ilettiği süreçte kitlelerin ayaklanması, başörtülerini çıkarıp yakmaları, İslami değerlerin hedef alınması masum bir tepki olarak değerlendirilemez. Sayısız kadının yıllardır başını yarım örterek iktidara karşı sivil itaatsizlik yaptığı İran’da “Saçının telini gösterdiği için döve döve öldürülen kadın” algısının abartılı olduğu ama kullanışlı bir aparat olduğu için sosyal medyada ve Batılı haber ajanslarında pazarlandığı bir gerçek. Türkiye’de yaşanan Gezi olayları gibi kendiliğinden başlayan küçük çaplı protestolar, doğru müdahaleler, stratejik müdahaleler ve üretilen sembol isimlerle büyütülerek iktidarın yıkılması hedeflenmişti. Bugün de İran’da başlayan olayları büyüterek, semboller yaratıp küresel algı oluşturarak İran’ı hedef alan yine aynı Batı aklı gibi görünüyor. İnsanların özgürlük talep etmeleriyle dini değerleri aşağılamalarının birbirine karıştığı protestolar masumiyetini yitirmiş ve yıkıcı bir aparata dönüşmüş durumdadır. Gezi sürecini soğukkanlılıkla bastıran Türkiye’nin irfanı ne yazık ki İran’da bulunmamaktadır. Değişik coğrafyalarda sayısız müslümanın canına kıyan İran iktidarı, kendi halkına da acımayacak, kapalı kapılar arkasında yapacağı cinayetlerle protestoları bastırmaya çalışacaktır.
İran’da oluşturulan totaliter molla rejiminin alternatifi Batıcı, seküler bir iktidar olamaz. Batı’nın yüz yıldan fazla bir süredir İslam coğrafyalarına huzur, barış ve adalet tesis ettiği herhangi bir ülke yoktur. İbn-i Rüşd’ün tarihi tespitini hatırlatmakta fayda var: "Yumurta dıştan kırılırsa yaşam son bulur, içerden kırılırsa yaşam başlar; zira önemli dönüşümler hep içten başlar." İran’ın eli kanlı iktidarının elbette hesap vermesi, daha özgürlükçü, daha adil ve mezhep taassubundan uzak bir iktidarın hem İran’a hem de coğrafyamıza huzur getireceği aşikardır. Bu değişim ülke içi reflekslerle, iç dinamiklerle oluşmayıp dışardan yapılacak müdahalelerle gerçekleşirse sonuç tüm bölge için felaket olacaktır.